Bahadır Gül

Nedensellik İlkesinin Bilim Felsefesindeki Yeri

1. Giriş

Bilim yapabilmenin en önemli unsurlarından biri ’nedensellik’ ilkesidir. Ona, bilimin ‘can suyu’ denebilir.

Fizik ile metafizik unsurlar açısından, ‘bilim ile ilim’ arasında pekala bir sınıflandırma yapılabilir. Buna göre bilim sadece fiziksel unsurları referans alırken, ilim genellikle hem fiziksel hem de metafiziksel ilkeleri nazara alarak bir tanımlamaya gider. Fakat metafizik tanımlamalar zorunlu olmadığından, bu koşullarda ilmin herkesi bağlayıcı tanımı olamaz. Bundan dolayı bilim, metafizik veya ideolojik referanslarla yapılan tüm tarifleri, değerleri ‘askıda’ bırakır.

Bilim; uzay ve zamanda, madde ve enerjiyi esas alarak, mantık ve matematik yasalarının yardımı ile gelişen, insan bilincinden ve iradesinden ‘bağımsız’ işleyen fiziksel yasaların bütünüdür.

Nedensellikte insan iradesi devreye girerse, ahlak ve sanat alanları söz konusu olur. Bu alanlar ‘mekanik’ nedenselliğin değil, ‘özgür’ ’nedenselliğin sahasına girer.

Leibniz (ö. 1716) nedenselliği, mantık ilkelerinden sayar. Aristoteles (ö. 384 MÖ), bütün hareketlerin ilk nedeni olarak Tanrı’yı görür ve meseleyi oraya bağlar. Kant (ö. 1804), aklın zorunlu 4 apriori unsuru diye adlandırdığı ’nicelik, nitelik, kiplik ve bağıntı’ sınıflandırmaları yaparak, nedenselliği ‘bağıntı’ kategorisi altında inceler. Hume (ö. 1711), mutlak determinizm ve kaos anlayışından hareketle ‘alışkanlıklara’ indirger. Gazali (ö. 1111), metafizik failin altını kalınca çizerken, nedenselliği ikincil ele alır. Bilim felsefesinin kurucularından kabul edilen Francis Bacon (ö. 1626) da nedenselliği, insanın doğadaki düzeni bilmesine bir araç olması ile sınırlandırır.

2. Metodolojik Empirizm

Metafizik ilkelerin mülahazaya alınması/alınmaması meselesi, ‘bilim tarihi ve felsefesinin’ konusudur. Metafizik ilkeler dikkate alınmadığında -yok sayıldığında değil-, ilim ile bilim arasında esaslı bir fark da kalmaz.

Bu mesele maalesef, ideolojik yaklaşımlar nedeniyle, bilimin şamar oğlanına çevrilmesinin ve/veya suistimal edilmesinin bir sonucudur. Daha açık bir ifadeyle hem inanan hem de inanmayan bazı kişilerdeki bağnazlığın, yobazlığın, sığlığın ve katılığın bir neticesidir.

Nihayetinde bilim alanındaki bu uzun metodoloji tartışmasında, bir ‘barış ittifakı’ kurulmamış ancak bir ‘barış antlaşması’ yapılmıştır. Böylece, bilimsel anlamda üstünlüğü elinde bulunduranların etkisiyle, ideal bir nokta olmasada, adına “Metodolojik Empirizm” denen bir yöntem üzerinde uzlaşma sağlanmıştır. Bilim felsefesi bağlamında, “Metodolojik Empirizm” yöntemine alternatif daha iyi bir yol elbette geliştirilebilir.

Metafiziği yok sayan, “Metodolojik Naturalizm” benzeri tanımlamalar ise bence hatalıdır. Çünkü, nasıl ki oyuncular, futbol oyun kurallarını baştan kabul ederek sahaya çıkarsa, bilimsel yöntemler de adeta ‘bilim oyununun’ güncel kurallarıdır. Sahadaki ve alandaki başarı kadar, söz hakkı da o nispette olur. Kısaca bir bilim oyunu olan bu yöntem ile metafizik meseleler hakkında ‘sessizlik ve tarafsızlık’ esastır.

Metafizik unsurlara referans vermeden bilim yapılması yaklaşımında, tarihteki ‘akıl ve nakil’ çatışması tartışmalarının etkisi vardır. İbni Rüşd (ö. 1198), hakikatte böyle bir çatışma yoktur varsa yorum hatasıdır, der. Kant, din hakkındaki düşüncelerini anlattığı Religion eserinde, nakillerdeki tahrifata dikkat çekerek, akla vurgu yapar.

Bu vurgulamaların arka planında, vahiy ile aklı örselemenin, aklı kalbin yedeğine almanın, akla adeta üvey evlat muamelesi yapmanın hatta onun küçümsenmesinin tepkileri yatar. Zaman içerisinde akademiler ve üniversiteler, maalesef vahye çoğunlukla ‘ilgisiz’ kalmıştır. Bulunabilir ise çözüm, fizik ve metafiziğin her birinin kendi alanlarının tayin edildiği, sınırlarının çizildiği, her iki sahaya da saygı duyan, yeni bir usül olabilir.

Elbette mevcut yöntem, halihazırda ’en mükemmel metot benimdir’ tezini savunmaz. Bu tartışmalar, bilim felsefesinin bir konusudur ve hâlâ devam etmektedir. Sonuçta “Metodolojik Empirizm” ile yapılan araştırmalar ile ortaya konan bütün bilimsel teoriler, herkesin malumu olduğu üzere, evren hakkındaki, bilim insanlarının keşiflerinin veya icatlarının ürünüdür.

3. Kavramsal Referans

Teoriler; kozalite eksenli, evren hakkında, mutlak kesin olmasa da, zaman içinde doğrulabilir veya yanlışlanabilir, evrensel ama güncellenebilen, bilimsel doğru verileri ortaya çıkarır. Kozalite, fiziksel olaylardaki sebep ve sonuç ilişkisidir. Bu ilişkinin ’nasıl’ olduğu fiziksel bilginin, ’niçin’ olduğu ise metafizik sahanın konusudur. Kozalitenin Kur’an’daki kavramsal referansı ise ‘Sünnetullah’ ile açıklanabilir. Ama bu tekvini kanunların kaynağı, “Metodolojik Empirizm” yönteminin konusu değildir. Bilimsel mevzuda bu metot ’tarafsızdır’ ve ’nötr bir duruş’ sergiler.

Sünnet kavramının, nüzul öncesinde pek çok anlamda kullanıldığı bilinmektedir. Bunlar, temelde 3 başlıkta özetlenebilir. Fiziksel olaylar açısından, ‘süreklilik, standartlık ve nötr’ olma ortak paydasında buluşur. Kısaca, her zamanda geçerli, her mekanda tutarlı, iyi/kötü olmayan anlamında düşünülebilir. Çünkü insan iradesi devrede olmadığında nötr anlamı makuldür. Şayet insan iradesi varsa, ‘iyi veya kötü’ sonuçları söz konusudur. Nebi’nin tercihleri iyidir ve adı da Sünnettir. Fakat diğerleri, hem iyi hem de kötü olabilir anlamında nötrdür ve ismi bidattır.

Bu fiiller Yaratana isnad edilince, bunun adı Sünnetullahtır. Esasında bu perspektiften bakılırsa bilimsel araştırmaların can suyu olan temel nedensellik ilkesi, kaynağı metafiziğe dayanan fiziksel evrendeki işleyişlerin ünvanıdır.

Sebepler, metafizik ile fizik arasındaki perdelerdir. Bu perdelere saygılı olmanın özü, bilim ve araştırma yapmaktır.

İnsanlar değil Sahibi dilerse, bu perdeleri aralar ve hârikulâdeler gösterebilir. Bu durum, nedensellik ilkesinin, bu yasanın Sahibi tarafından, muvakkat bir zaman ve mekanda askıya alınması demektir. Bunlar, Nebiler vesilesiyle ortaya çıkar ki, literatürdeki karşılığı mucizelerdir.

Oysa sebeplerin delinmesi, iptali ve kalkması ‘hârikulâde’ olurken, niçin sebeplerin düzenliliği, izahı ve akması da ‘hayret’ verici olmasın!?

4. Vahiyler ve Teoriler

Metafizik ilkelerin kaynağının ‘Bir’ olduğuna inanan insanlar için, ‘Evren, İnsan ve Vahiy’ kitap üçlüsünün ‘çelişmesi’ söz konusu değildir. Zira bunların kaynakları aynı olduklarından hakikatte çelişmezler ve uyumludurlar. Farkları ise anlamda değil, yazıldıkları harflerde ve bu harflerin yorumlanmasında görülür. Şayet bu kitaplardaki ayetler, doğru okunur ve yorumlanırlarsa, herhangi bir çelişkiye rastlanmaz, tevillere başvurmak zorunda kalınmaz.

Korunmuş olan vahiy, teori gibi değil, kesin bilgidir. Teoriler ile bir ayetin doğruluğu veya yanlışlığı denetlenemez. Zaten öyle bir iddiası yoktur ve olamaz.

Ayet ile bir teorinin denetlenmesine gelince, ya örtüşür ya da örtüşmez. Örtüştüğü takdirde, o teori, ilgili ayetin bir delili olur. Örtüşmezse, 2 durum vardır. Birincisi; ayet kesin doğru olmakla beraber, ayetin yorumlanması hatalı yapılmıştır. İkincisi; ayetlerin yorumlanması doğru olmakla beraber, bu defa bilimsel teorilerden hareketle yapılan ‘yorumlamalar’ hatalıdır. Gerçekte; ‘Evren, İnsan ve Vahiy’ kitapları aynı kaynaktan geldiğinden, aralarında çelişki yoktur. Tam aksine ahenk, düzen ve uyum vardır.

5. Bilim ve İnanç

Yaşam için, metafizik ilkelerin ‘zorunluluğu’ ile bunlara ‘inanma’ konusu birbirine karıştırılmamalıdır. Bilim insanların keşfettikleri bilimsel teoriler, ‘kendilerinden bağımsız işleyen’ fiziksel doğrulardır.

İspat, icat veya keşif, evvelce doğru olanın ahirde deliller ile görülmesinden ve gösterilmesinden ibarettir. Bu durumda, doğru olan her bir teori, doğruların kaynağının değil, doğrunun varlığının izahıdır.

En temel metafizik ilkelerden olan vahiyler bile, inanç için insana yapılan bir tekliftir. İnsan aklını ve iradesini iptal etmezler. İnançta zorunluluk yoktur. Daha da doğrusu, zorunluluk inançta yoktur. Dinlerden beklenilmeyeni, bilimlerden beklemek hatalı bir pozisyon almak, haddi aşmak ve alan ihlali yapmaktır.

Kısaca bilimin, dolayısıyla bilimsel metodun inancı yoktur. Bilimi; İslamileştirme, Hıristiyanlaştırma veya Yahudileştirme çabaları yersizdir. Ayrıca bilim, yabanî değil ki evcilleştirilsin! Bilim insanı da, ister inanır isterse inanmaz, bu konuda özgürdür.

Ayrıca bilim metodu açısından, en baştan metafizik ilkelerin zorunlu görülmesi ya da inkar edilmesi, ’evrensel bilim yapma’ anlayışına terstir. Belli zaman ve mekanlarda, lokal yöntemler bulunsa bile global bir karşılığı olamaz.

Gerek inanan gerekse inanmayan insanların bazılarında, bilimsel teoriler üzerinden, metafizik ilkeleri ‘ispat veya inkar’ çabaları vardır. Oysa bu özgür irade ile alakalı bir alandır. Değil bilimsel teorilerin, hiçbir otoritenin insandaki bu en temel vicdani hakkını elinden alma yetkinliği yoktur.

6. Bilim ve İnanç

Bilimsel teoriler, doğrulanabilir veya yanlışlanabilir yöntemler üzerine kurulur. Mesela, madde ve enerji ile izahı yapılamayan bazı metafizik unsurları düşünelim. Bu metafizik unsurlar, mantık ve matematik ile ne doğrulanabilir ne de yanlışlanabilir.

Bilim, ‘Kendi Kendine olmak’ , ‘Tesadüfen olmak’ , ‘Tabiatın yapması’ ve ‘Tanrı’nın yaratması’ gibi metafiziksel açıklamalarla ilgilenmez. Zaten bunların ‘ispatına veya inkarına’ yönelik cevap vermeye çalışması bilimin haddini aşar. Bilim buna muktedir değildir. Bu konuda illaki bir şey denmesi lazımsa, bilimsel teoriler agnostiktir.

Burada, genellikle ’tesadüf ve olasılık’ kavramları birbirine karıştırılmaktadır. Cansız kimyasallardan canlı oluşumu ‘olasılık’ değildir. Zar atılınca 5 gelmesi de ’tesadüf’ değildir ve bu bir ihtimaldir. Aralarındaki en temel fark, hesaplanabilir olup/olmamasıdır. Kısaca ‘matematik hakemdir’ denebilir. Onun kapsamına girerse olasılıktır. Şayet girmezse metafizik açıklama gerekir.

İşte bu nedenle, ‘Akıllı Tasarım’ argümanı lokal bir alanda kalakalır hatta bilimsel otorite ve özgür mahkemeler tarafından ‘sahte bilim’ olarak yaftalanır.

Benzer agnostik bir tavır, biyolojinin bir konusu olan, içerisinde bilimsel doğruların delillerinin bulunduğu, canlılardaki mikro ve makro değişimleri inceleyen ’evrim teorisi’ için de geçerlidir. Ayrıca gerek ‘DNA bilgi havuzundan’ gerekse ‘fosil kayıtlarından’ hareketle, canlı türlerin müstakil mi yoksa aynı atadan mı geldiğinin bilimsel çalışmaları ise hâlâ sürmektedir. Bu araştırmalar, yaratılışı yok saymaz/sayamaz, sadece yaratılışın ’nasılına ve sürecine’ odaklanır.

Bu araştırmalar ışığında, doğrulanan veya yanlışlanan bir çok hipotez vardır. Buradan yola çıkarak, metafizik ilkeler için, ’ne ateizme inkar ne de teizme ispat’ argümanı çıkmaz. Zira bulunan deliller, inancın değil bilimsel teorinin malzemeleridir.

Hasılı, -farzı muhal- türlerin ortak atadan ve sürece/zamana bağlı çeşitlenmesinin delilleri, ‘Tanrı yoktur’ önermesinin ispatı olamaz. Yine türlerin müstakil olarak ve süreçten/zamandan bağımsız çeşitlenmesinin delilleri de, ‘Tanrı vardır’ önermesinin ispatı olamaz.

Peki metafizik alan için nasıl bir ‘alternatif yollar’ bulunabilir? Bunlardan 4 tanesi, kısa cümleler ile şöyle örneklendirilebilir.

Birincisi, sanattan Sanatkara, nizamdan Nazım’a ulaşmak aklı elden almayan, iradeyi iptal etmeyen, orijinal ve evrensel bir ‘analoji’ metodudur. Bu yöntem ‘benzeme’ anlamındaki ‘şebeh’ kıyasını çağrıştırır. Ayrıca bu, sanat felsefesinin yoludur ve globaldir.

İkincisi, fizik ve matematikten yola koyulup, evrenin araştırmasından sonra, bilimsel teorilerin, metafizik ilkelerin burhanları olması ’tümevarım’ yöntemidir. Bu bilim felsefesinin eksenidir, evrenseldir.

Üçüncüsü ise ‘Tabiat, Tesadüf ve Kendi Kendine’ gibi bazı metafizik kabulleri dahi sorguladıktan sonra, ‘varlığın Yaratanı vardır’ noktasına gelmek, bir ‘geriçıkarım’ yöntemidir. Bu diyalektik ikna metodudur, geneldir.

Ve son olarak da, metafizik bir ilkenin yorumundan hareketle, onları fiziksel delillerle desteklemek ’tümdengelim’ usulüdür, özneldir. Bu dördüncü yol risklidir çünkü teoriler zamanla gelişir ve güncellenirler.

7. Bilimsel Denklemler

Fiziksel anlamda, mekanik nedensellikler, matematiksel denklemler ile ifade edilir. Mesela, $A$ olayı ile $B$ olayı arasında bir sebep ve sonuç bağıntısı kurulu olsun. Uzay ve zaman formlarında, madde ve enerji arasındaki düzenli ilişkiler bilinebilir. Bu ilişkilerde, ‘1 metre ve 1 saniye’ gibi ortak bilimsel kabullerden hareketle, fiziksel nicelikler üzerinden ’eşittir, büyüktür, küçüktür’ şeklinde denklemler tanımlanabilir.

Matematikle kurulan bu denklemler fiziki evrende, zorunludur, evrenseldir ve süreklidir. Mesela, Empirik anlamda, maddenin kütlesinin, ışık hızının karesiyle çarpımı belli bir enerjiye eşittir. $(E = m \times c^2)$ Rasyonel anlamda ise kenarları $a$, $b$, $c$ olan bir üçgenin, iki kenarının toplamı öteki kenardan büyüktür. $(a + b > c)$

Nedensellik zinciri sonucunda kurulan bu ve benzeri denklemler, ‘zihinsel ve deneysel’ olarak, kritik edilebilir, test edilebilir ve ölçülebilir. ‘Kritisizm düşüncesinin’ özü de zaten budur. Etkili olmasının arka planı da buraya dayanır. Çünkü ‘standart birimler’ vardır. Uzunluk, alan, hacim, basınç, momentum, hız, kuvvet gibi birimlerin tamamı, belli nicelikleri olan fiziksel birimlerdir. Bu birimler, insanın alışkanlıklarından bağımsızdır. Fakat metafizik alanlarda, gerekli olan böylesi ‘birimler’ kurulamaz.

8. Metafizik ve Birimler

Metafizik unsurların birimleri kurulamadığından objektif bilimi de yapılamaz. Sabretmenin, niyetin, iyinin, iradenin, güzelin standart birimi tanımlanamadığından, -insanı ‘aşkın’ bir meseledir- fiziksel kavramlar gibi ‘birimi’ rasyonel veya empirik olarak kurulamaz.

Matematik ile ‘ruh’ ölçülemez. Fizik ile ‘can’ anlaşılamaz. “Metodolojik Empirizm” paradigması ile insan iradesine bağlı tercihler, öngörülemez yani hesaplanamaz. Denklemler, ‘doğru ve yanlış’ fiziksel yargılar verir. Ama ‘iyi ve güzel’ yargıların denklemleri bulunamaz.

Hayatın hacmi, ruhun alanı, iradenin basıncı, sabrın gücü ölçülemediğinden, kısaca nesnel birimleri bilinemediğinden, matematik ve fizik, bunları metafizik yasalara bırakır. Bu makul bir sınır çizmektir ama diğerini ‘yok/var’ saymak da değildir.

Bununla birlikte birimi kurulabilen ‘madde’ öyle bir fiziksel aynadır ki, hem renkli hem çeşitli hem zengin hem de aktif bir cevher olarak metafizik alemlere ışık tutar. Bu hususun önemini Bediüzzaman, ‘‘Ve hilkati kainattaki makasıdı ilahiyenin en zengini ve faal merkezi cismaniyettedir.’’ şeklinde vurgular.

Ahlaki yargıların alanına giren diğer konular ise insan iradesine bağlı, iyi veya kötüyü seçebilen, özgür nedenselliklerin sahasıdır.

Kısaca, matematik ile fizik, metafiziği reddedemez. Fakat ispatı da ‘beni aşar’ diyerek ‘koşullu’ çalışır. Zira bu durum, ağacın dallarını, yapraklarını, çiçeklerini ve meyvelerini incelerken, kökleri hakkında ‘susmak’ gibidir. Hesaba, tartıya, ölçüye girmeyen alanlarda kendisine bir ‘hudut’ belirlemektir.

Hasılı, bilim nötrdür ve bir ideolojisi yoktur. Bilim insanları ise irade sahibidir. Bu denklemler ve kanunlar, görebilenlere metafizik ilkelerin sadece delilleridir. Bu burhanlara, kimileri ‘kendi kendine’ diyerek geçer gider, kimileri de onlarla Yaratana varır. Kimi, ‘mana-yı ismi’ denen bu bilimsel verilerden, ‘mana-yı harfi’ noktasına ulaşır ve bunların asıl kaynağını, Sahibini idrak eder. Kimi de ’tesadüf veya tabiat’ diyerek geçebilir. Bu perspektiften bakılırsa, mana-yı ismi kavramı, bilimsel teorileri destekleyen değerli bir argümandır. Çünkü ‘bu araç’ ile mana-yı harfi okunabilir ve onunla ‘bu amaca’ ulaşılabilir.

Bilim, inanç konusunda insan aklına çok zengin, engin ve derin kapılar aralasa bile bunu kesinlikle ‘zorunlu’ kılmaz/kılamaz. Aksi halde ’teklifin’ bir anlamı kalmazdı. Zaten ‘‘Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez.’’ (10/100) ilahi ilkesi, bu konunun önemi mahfuz, ‘bilimsel bilgiyi aşkın’ oluşunun bir ifadesi değil midir?

Ayrıca O, ‘‘Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu.’’ (21/22) buyurarak, Zâtıyla alakalı bir konuda, tevhit anlayışını insan aklının anlayabilmesi için, -inanmasına değil de- makul olmayan böyle bir ‘alternatifi’ dahi düşünmesine, muvakkaten müsaade etmiyor mu? Böylesi bir yaklaşımla, madem ki düzen bozulmuyor, öyleyse tersi doğrudur anlamında ’ yanlışlama’ ilkesi ile muhatapları ‘ikna’ etmek için, onların aklına hitap eder. Esasında bu yöntem, mesajda görüldüğü üzere, insanlara bildirilen ilahî bir usuldür.

9. Dört Tür Nedensellik

Bir olayı eksiksiz, doğru anlamanın dört nedeni vardır der Aristoteles. Bunlar; amaç, form, fail ve maddi unsurlar olarak bilinir.

Gaye veya amaç, doğrudan metafizik bir konudur.

Form ise hem sanata hem de matematiğe bakar. Biçimlerin ölçülen tarafı fiziğe, estetik yönü de metafiziğe bakar. Bir elmanın ‘geometrisi’ objektif olarak hesaplanabilir fakat ‘güzellik’ öznel olduğu için subjektif bir alandır. Dileyen, sanatı görür ve sanattan Sanatkara yürür, dileyen de yürümez veya ilgisiz kalır.

Hakiki Fail hesaplanamaz. Ama ‘perde’ olan sebepler ‘sınırlı boyutlar’ dahilinde ölçülebilir. İşte burası ’evrensel mekanik nedensellik’ ilkesidir. Bu ilkenin etkisi izafidir. Bilim, izafi olan bu etkiyi ‘referans’ alır. Elmanın Hakiki Failini bilmek, evrenin de gerçek sahibini bilmeyi zorunlu kılar. Zira bir elma, kainat kurulu ve çalışır ise var olur. Bunun izahı da ‘bilimsel yöntemi aşan’ bir meseledir.

Maddi neden ise doğrudan bilimin konusudur. Çünkü atom, enerji, hareket, mekan ve zaman gibi unsurlar belli sınırlar dahilinde objektif olarak hesaplanabilen şeylerdir.

Sonuçta an itibariyle bilim; maddi neden, formdaki matematiksel neden ve mekanik nedensellikler üzerinden teoriler geliştirmektedir.

Duyabilenler için, Einstein’ın ifadesiyle, ‘Saf matematik, kendi yolunda mantıklı fikirlerin şiiridir.’ Elbette bu şiir, Bir şairin eseridir.

İşte ‘Metodolojik Empirizm’ anlayışına göre, bilim anbean bu şekilde yapılmaktadır.

10. Nedensellik Alışkanlık mı?

Bilimsel doğru ve yanlış hükümlerine ulaşmak için ’nedensellik kategorisine’ başvurulur. Peki bu, insan aklının zorunlu ilkesi, sadece bir ‘alışkanlık’ mıdır?

Su ısınır ise kaynar. Su ve kaynama görülür oysa ‘ısınmak’ görülmez. Görülmeyen ısınmak, suyun kaynamasının sadece bir sebebidir. Isınmak, burada fiziksel bir nedenselliktir. Bu kozalite, matematiksel denklemle ifade edilebilir. Isınmak, görünmese de yok sayılamaz veya alışkanlıklara indirgenemez. Çünkü insan aklı, dolaysız görmeden de bunu dolaylı düşünebilir. Sonuçta, suyun kaynamasının düşünülebilen ’nedeni’ olarak ısınmaktır denebilir.

Peki bu neden, esasında yasa olmayıp, sadece bir alışkanlıktan ibaret olabilir mi? Yani insanların algılarından kaynaklı ‘bir yanılgıdan’ mı ibaret? Böyle ise suyu ‘ısıtan’ şey nedir? İnsan bir ‘perde’ olan ısınmak nedeninden, perde arkasındaki metafiziksel ‘asıl faili’ düşünebilir mi veya bilebilir mi?

İşte kimi filozoflar, ‘Hakiki Faile’ vurgu yapmak için bu nedenselliği ‘ikincil ele alır’ ve onlara insanların ‘alışkanlıkları’ adını verir. Kimileri de, bu kanunlar, insanlara kanunun Sahibini düşündürür, sonucunun önünü almak için, nedenselliği ‘hafife alır’ ve bunlar da ‘alışkanlıklar’ ismini koyar geçer.

Gerekçeleri farklı olmakla birlikte, vardıkları sonuç aynıdır. İfrat ve tefrit söz konusu ise ‘denge’ bulunamaz . Ölçü bozulunca da, hemen ardından sebeplere riayetteki saygıda, eşya ve hadiseleri doğru okumada, bilimsel araştırmalarda ‘kusur’ edilir. Zira ‘bilimin can suyu olan nedensellik’ örselenir. Oluşan bu boşluğu, aşırılığı ve katılığı en ivedi bir şekilde ’telafi’ etmek gerekir.

11. Kuantum ve Nedensellik

İnsan iradesi vardır ve özgürdür. Bu yetiler, metafizik unsurlardır ve fizikten bağımsızdır. İrade ile fizik yasası aranır ama fizik yasası içinde irade aranmaz.

Makro fiziki evrende ‘determinizm’ , mikro fiziki evrende ise ‘indeterminizm’ olsa dahi, bu incelemelerin bilimsel neticeleri, nihayetinde fiziksel işleyişi anlamaya odaklı yaklaşımlardır. Bilinç, irade, düşünme ve anlam gibi metafizik mevzuları, fizik kuşatamaz. Tam tersine, bu öncüller sayesinde onlar araştırılabilir.

Kuantum mekaniğinde elektron, gözlem yapılırsa parça, gözlem yapılmazsa dalga da olabilir. Bu farklı pozisyonlar, ’neyi incelemekle’ ilgilidir. Yoksa gözlemcilerden ‘kimin incelemekte’ olduğundan bağımsızdır.

Elektron, gözlemlendiği anda yani ‘zaman sabitlenirse’ ya parçadır ya da dalgadır ve burada ‘determinizm’ geçerlidir. Kısaca şimdilik bilimin tespit ettiği, elektron gözlemlendiği anda, ‘ya parça ya da dalgadır’ ama ‘hem parça hem dalga’ değildir.

Şayet elektron, ‘zaman sabitlenmezse’ hem parça hem dalga ihtimali vardır, burada ‘indeterminizm’ yani ‘kaos teorisi’ söz konusudur. Fakat bu mutlak anlamda bir kaos değildir. Zira matematiksel olarak, olasılıklar toplamı bellidir. Hasılı bu evrende ‘mutlak kaos’ yoktur. Aksi halde ‘hayat’ sürdürülemez.

Birde, kuantumdaki ‘asimetriden’ hareketle, yerel olmayan gizli istatiksel belirsizliklerin yani, her elektronun yapısında diğer tüm elektronların hangi şartlarda nasıl davrandığının bilgisi olmalıdır, hipotezini iddia eden ‘süper determinizm’ yaklaşımı vardır.

Bütün bu durumlar, makro ve mikro evrendeki muhtemel ‘boyut’ farklılıklarından ve insan aklının dört boyutun ötesini kavrayamamasından doğan sonuçlardır. Adeta burada, bir sınır çizilidir ve bir hudut ile karşılaşılır.

Hasılı insan, nedensellik ilkesi ile, Kuantum mekaniğinde dahi, en azından bilmediğini bilmektedir. Öyleyse nedensellik ilkesi, mutlak kaosun değil düzenli kozmosun bir işareti ve bilimsel teorilerin de dayanağıdır.

12. Mekanik ve Özgür Nedensellik

Bilimsel teoriler kuran fizik, ‘burhan’ ile irtibatlıdır. Metafizik ise ‘irfan, beyan, estetik ve etik’ ile bir ilişki kurar.

Fizik nesnelerdeki ‘manaya, anlama’ odaklanmaz, o çıkarımı insan iradesine bırakır.

Dil felsefesi açısından Wittgenstein (ö. 1951), anlam, etik ve estetiği, deneysel yöntemin, olgusal söylemin dışında tutar. Sebebi, fizikte olduğu gibi, bunlarla ‘anlamı ya da tanımı objektif’ olan bilimsel önermelerin kurulamamasıdır. Bu manada o “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.” mottosunu söyler.

Yapısöküm felsefesinin kurucusu Derrida (ö. 2004), değil bir beyanı bir sözcüğü dahi, tam anlamanın zorluğunu savunur. Ona göre insanların, bir kelimenin bir kavramın dolayısıyla bir yazının, tek ve değişmez bir anlamı olduğuna ikna olmaları, düşünmenin bir hilesidir.

İbni Arabi’ye (ö. 1240) göre ise vahyi anlamın farklı katmanları vardır. Bunları, ‘zahir, batın, had ve matlaı’ şeklinde adlandırır.

Sonuç olarak fizik, evren merkezli mekanik nedensellikleri, metafizik ise insan odaklı özgür nedensellikleri inceler denebilir. Birinci kısım; nesnel, objektif, global, olağan, mantık temelli, kesin, belirli sonuçlardır. İkinci kısım; öznel, subjektif, lokal, olağanüstü, kültür eksenli, göreceli, belirsiz neticelerdir.

Mesela fiziksel bir olayda, A ise B olur demek, B hadisesinin sebebinin belli süreçte ve koşullarda, A olduğunu kabul etmektir. Bu sonucun delilleri, ’nedensellik ilkesinin incelenmesi’ ile toplanır. Delil ise ‘burhan, kanıt veya argüman’ demektir.

Mantık konularının anlatıldığı ve Bediüzzaman’ın (ö. 1960) gençlik yıllarında kaleme aldığı, ‘Talikat’ isimli bir eseri vardır. Orada iradenin devreye girdiği, bu ikinci kısma, dikkat çekici örnekler verir:

‘Ali yok ise orada Ömer hata yapar.’ önermesini düşünelim. ‘Ömer hata yapar ise orada Ali yoktur.’ cümlesinden ne farkı vardır? Burada insan iradesi söz konusu olduğundan, birinci cümledeki burhana öncelik verenler ’teşekkür’ hükmüne, ikinci beyanı nazara olanlar ‘kınama’ yargısına varılabilir. Görüldüğü gibi birden çok anlam vardır ve tek bir sonuç yoktur.

‘Şu eşya benim olur ise başkasına verilir.’ önermesini düşünelim. Burhan esas alınırsa burada ‘geçerli’ bir sonuç vardır. Fakat gerçekte eşyanın sahibi olunmuyor diyerek, beyan açısından ‘geçersiz’ başka bir durumdan da bahsedilebilir. Yine anlam bakımından tek bir sonuç çıkmamaktadır.

13. Son Sözler

Nedensellik, fiziksel alemlerde işleyen bir kanundur. Bu kanuna saygı, ’nasıl’ sorusunun fiziksel açıklamasına bilimsel teoriler kurmaktır. Kanunun Sahibinden hareket ederek ’niçin’ sorusunun metafizik anlamlarına gitmek, özgür insanın vicdanına kalır.

Nedensellik ilkesi bir perdedir. Fakat böylesi bir analoji ile bu temel fiziksel yasaya ‘olumsuz anlam’ yüklendiği iddia edilemez. Perde, insan için zorunlu bir ihtiyaçtır. Aksini ileri sürmek, hem perdeye hem de perde Sahibine, saygıda kusur etmektir.

Evrenin evrensel bir dilidir bu ilke. Nedensellik, inanan ve inanmayan herkesi bağlayan, bu evrendeki oyunun kurallarının sürekliliğidir. Ayrıca onun bu devamlılığı ve sürekliliği genel, kesilmesi ise özel bir durumdur.

Kanaatim şu ki, bu sebep-sonuç ilişkilerini araştıran, kozaliteyi fark eden, kurallara uyan inançlı insanlar, her iki alemin bahtiyarları olur.

Nedenselliğin kendisini her şey görerek, Sahibine bigane kalanlar, burada göreceli mükafatını bulsalar bile, ekseriyetle ötede ceza alırlar.

Onu küçümseyenleri ve önemsemeyenleri ise hem burada hem de orada perişanlık beklemektedir.

Sebepleri takmamak olmaz! Sebeplere tapmak da hiç olmaz! Öyleyse orta yol, sebepler ile ‘araştırma’ yapmaktır!

Nihai kanaatim şu ki, nedensellik bilimin canıdır. Nedensellik, bilimsel teorilerin de şah damarıdır.

Kaynakça

  1. Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi, Imre Lakatos, Çeviri: Duygu Uygun
  2. Talikat, B. Said Nursi, Çeviri: Ediz Sözüer
  3. Risalei Nur Eserleri, B. Said Nursi
  4. Kur’an Meali, Türkiye Diyanet İşleri Yeni Meali
  5. Gramatoloji, Jacques Derrida, Çeviri: İsmet Birkan
  6. Tractatus Logico, Ludwig Wittgenstein, Çeviri: Oruç Aruoba
  7. Arı Usun Eleştirisi, Immanuel Kant, Çeviri: Aziz Yardımlı
  8. Tasarım, Michael J. Behe, Çeviri: Orhan Düz
  9. Sufi Hermenötik İbni Arabi Yorumu, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Çeviri: Semih Ceylan
  10. Metafizik Okumaları KDO, Aristoteles, Ahmet Ayhan Çitil
  11. The Advancement of Learning, Francis Bacon
  12. İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, David Hume, Çeviri: Münevver Özgen
  13. Filozofların Tutarsızlığı, İmam Gazali, Çeviri: Bekir Sadak
  14. Faslu’l Makal, İbni Rüşd, Çeviri: Süleyman Uludağ
  15. Kenneth R. Miller, The Collapse of Intelligent Design
  16. Felsefeye Giriş 1, Hilmi Ziya Ülken, İş Bankası Yayınları
  17. Monadologie, Gottfried Wilhelm Leibniz
  18. Caner Taslaman, 4. Uluslararası Bilim Felsefe Din Konferansı
  19. Religion Within, Immanuel Kant, Çeviri: Allen William Wood
  20. Sünnetullah, Ömer Özsoy, Fecir Yayınları