Bahadır Gül

Bilimsel Düşüncede Önyargı ile Sonraki Yargı

İnsanlar, ‘önyargılarımızı kıralım’ gibi klişe beyanlardan daha ziyade, önyargılara dahi önyargısız yaklaşarak, bence, olumlu-olumsuz, yararlı-zararlı taraflarını tasnif ederek, toleranslı yaklaşabilmelidir.

Herhangi mantıklı bir fikir, şayet; dün yapılmış, bugün yapılıyor veya yarın yapılacak ise burada bir hüküm verme söz konusudur. Hükmün öncesinde ise aktif yargılama süreci devam eder.

Bu süreçlerdeki, tahmin ya da öngörülebilen, aklın kapasitesine giren bütün seçenekler, bir ‘hüküm olasılıkları’ cümlesidir. Hatta böylesi bir kümenin elemanlarının bütününe birden, ‘önyargılar kümesi’ adı verilebilir.

Öncüller Bilimin Önyargısıdır

Hem ‘varlığın’ hem de ‘bilginin’ kaynağını ve hakikatini anlamak için yapılan bilimsel çıkarımlarda, mantığın farklı çeşitleri kullanılmaktadır. Bunların en yaygın olanları malum olduğu üzere; klasik, sembolik ve bulanık mantık kuramlarıdır.

Mantık; tümdengelim, tümevarım ve analoji gibi temel, sağlam, farklı tasım usulleri yahut çıkarım metotlarını, birer araç olarak kullanan akıl yürütmenin, adeta grameri mesabesindedir.

Mantık kullanılarak yapılan bu akıl yürütme yöntemlerinden, çoğunlukla ‘öncüler’ olarak bilinen ve uygulanan dört ilke vardır. Bu ilkeler, bilimsel araştırmalarda, ispatsız, şartsız ve sanki ‘mutlak doğru gibi’ kabul görmüştür. Özellikle de Batı Aydınlanması’ndan sonra, modern çağlarda ve dahi günümüzde, ‘bilim ile bilim olmayanı’ belirlemede, bu analitik öncüller, bir ayraç rolü görmektedirler.

Terminolojik nüansları mahfuz, kendileri ile kanıt yapılan ama kendilerinin kanıtlanamadığı temel prensipler denen bu öncüllere, filozoflar tarafından; aksiyom, postulat veya apriori gibi değişik adlandırma ve isimlendirmeler yapılmıştır. Oysa felsefe açısından, muhteva ve mana bakımından çok önemli bir değişiklik yoktur.

Peki, nedir bu ön kabuller, ön dayanaklar ya da öncüller? Bunlar; özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü halin imkânsızlığı ve sonradan var edilen her şeyin yeterli bir sebebi vardır, diye sıralanmış ve özetlenmiş dört adede indirgenebilen başlıca ilkelerdir. Bu ilkeler, bu öncüller; bugün hala kullanılmaya devam edilmekte olup, bilimsel araştırmalarda, bir nevi bilimin önyargılarıdır.

Öncüllerde Konsensüs Yoktur

Bilimsel çalışmalardaki nice yöntemlerden bir yöntem olan ’naturalist metodoloji’, bilim insanlarının büyük çoğunlukla üzerinde uzlaştıkları, fakat yine de tartışmaların bitmediği önyargılar sistemidir.

Bilim felsefesi üzerine araştırma yapan filozoflar; bu ‘bilimsel önyargı’ da denilebilecek öncüller, ölçütler, sabiteler ve paradigmalar ile varılan doğrular gibi, yanlışların da ihtimal dâhilinde olduğunu, hatta yüzde yüz doğruya ulaşmanın mümkün olmadığını, aynı ön kabullerden hareketle göstermişlerdir.

İşte bu sonucu gösterenlerden biri, matematikçi ve mantıkçı Avusturyalı bilim insanı Kurt Gödel’dir. O, matematiksel metotlarla, ’tamamlanamazlık teoremleri’ adı altında, önemli iki farklı aritmetik teoriyle izah ve ispat etmiştir (1).

Ayrıca, bu ciddi gerçeklerle yüzleşen Macar filozof Imre Lakatos’un, bilimsel araştırmaların metoduna yönelik gayretleri de kıymetlidir (2). Öyle ki o; ‘doğrulanabilirlik’ veya ‘yanlışlanabilirlik’ veyahut ‘paradigma’ adımlarıyla kesin bilgiye varma gibi, farklı yöntem savunucuların öne çıkan temsilcilerinden, Avusturyalı Karl Popper ile Amerikalı Thomas Samuel Kuhn arasında, orta yolu bulmaya çalışmıştır. Lakatos, bilimsel araştırmaların metoduna yönelik yazdığı kendi kuramında, “sert/katı çekirdek, yardımcı/koruyucu unsurlar ve aracı olan pozitif/negatif keşifler” şeklinde, üç aşamalı bir sistem önermiş ve bunu savunmuştur (3). Özetle, bilim camiasında bu meselede an itibariyle dahi bir konsensüs yoktur.

Yukarıdaki kıssalara bilim tarihi açısından bakınca, akıl yürütme metotlarının grameri olan mantığın bu öncüllerinin, esasında bir sezgi veya ‘bir önyargı’ ile belirlenmiş oldukları apaçık görünüyor.

Bilim felsefesi filozoflarından, Amerikalı Larry Laudan ve Kanadalı Michael Ruse’nin görüşleri ise dikkat çekicidir: Gerçek bilimi, sahte bilimden ayırmak için bir dizi gerek ve yeter şartlar sağlayan metodolojik ‘sabitler’ tayin etme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Gerçekte, sınır ölçütleri, modern biyologlar tarafından, ‘zeki tasarımın’ biyolojik kökenlerin teoremi olma imkânını bertaraf etmek için kullanılmaya devam edilmektedir (4).

Demek ki önyargılar, ön kabuller ve ön dayanaklar, bizleri kısmen bir dizi ontolojik ve epistemolojik doğru bilgiye ulaştırsa bile, bu bilgiler zamanla değişebilir, yenilenebilir, gelişebilir ve düzelebilir. Öyleyse, her zaman, mekân ve koşullarda, kesin, mutlak, kati doğru bilgiler biliyoruz demek yerine, ancak belli şartlara bağlı kaydıyla, tutarlı ve geçerli bilgiler bilebiliriz denilebilir.

Bilimsel Önyargılar Zorunludur

Temel ve yaygın olanlardan başlamak üzere günümüzde öne çıkan, Analitik, Bütüncül, Eleştirel, Lateral/Alternatif, Metabilişsel, Özgün, Sistemli ve Yansıtıcı, sekiz çeşit üst düzey düşünme yöntemleri, uygulamalı teknikleriyle biliniyor.

Yukarıdaki bu usullerin, eşya ve hadiselere yaklaşım farklılıkları olsa da her biri, hakikate ulaşma yolculuğunda, pozitif, olumlu, faydalı ‘önyargı araçlarını’ kullanarak çalışır. Böylesi bir önyargı ise, her zaman yeniye, yenilenmeye ve güncellenmeye açık, ‘sonraki yargıları’ netice verir. İnsanlığın dün olduğu gibi, bugün ve yarın da elbette öteki veya sonraki yargılara ihtiyacı var. Bu süreçler sonuçları itibariyle, doğru-yanlış ya da ilerleyen-gerileyen adımlar şeklinde devam eder ve bu böylece de sürer gider.

Mesela, günümüzde, zaman dilimi olarak ‘bir saniye’ aralığı; en düşük enerji seviyesindeki Sezyum atomunun, belli bir sıcaklıkta, iki seviye arasındaki, belli bir adet periyoduna karşılık gelen sürenin bilim camiasındaki kabulüdür. Oysa bu kabul, sabit koşullarda dahi değişkenlik göstermektedir (5).

Yine, tarihte farklı parametrelerle tanımlanmış olsa da, uzunluk birimi olarak ‘bir metre’ bugün; ışığın vakumlu bir ortamda yani boşlukta, belirlenen sabit bir zamanda aldığı mesafe olarak bilim otoritelerince kabul edilmiştir (6).

Zaman ve uzayın birimlerinin ortak tanımı yapılmadan bilim yapılamaz. Mesafe, zamana bağlı olarak yani metre, saniyeye göre tanımlanmıştır. Zorunluluk gerektiren bu fiziksel kabuller, bu araçlar; önyargılar ailesinin, faydalı kısımlarına giren sadece birer örneklerdir. Bunlar elbette çoğaltılabilir.

Ben Kavramı Bir Önyargı mıdır?

Ben denen şey, insanın kendinde farazi, itibari bir önyargısı değil midir? Benim şeyler derken, bütün ‘şeyleri’ çıkarırsam, bana ait olan ne var ki? Benim dediklerim olmazsa, bana kalan ‘şey’ nedir peki? Duydum, gördüm dediğim şeyler bile, vahidi kıyasi rolünden ibaret bir ön kabul, bir önyargıdır haddizatında. Evet, ben; varlığına şahit olduğum, gösterme imkanı olmasa dahi yok da diyemeyeceğim, varlığı adeta göreceli, izafi bir hattır.

Fransız filozof René Descartes, Yöntem Üzerine Konuşma kitabında, uzunca bir düşünce turundan sonra, en temel ilkesinin, “Düşünüyorum, öyleyse varım” olduğunu ifade ediyor (7). Önce o, şüphenin kendisi dâhil, kendisinden, varlıklardan, Tanrı’dan kısaca her şeyden şüphe ederek zihinsel yolculuğa çıkıyor. Sonuçta bunların varlığına kendisi ikna oluyor. Oysa burada Descartes’ın bir önyargısı var. Zira araç olarak kullanılan bir öncül var, o da, şüphedir. Evet, dikkatle bakılırsa, şüpheden bile şüphe edebilen bir ‘şüphe’ onun önyargısıdır. Yani şüphelenebilen biri var ki, düşünebiliyor.

Psikolojik Yararlı Önyargılar

Şimdi de, henüz hipotez ve tez aşamasındaki fiziksel veya metafiziksel bir fikrin doğrulama öncesi dönemdeki, felsefi ya da ideolojik önyargıların fayda ve zararlarını anlamaya çalışalım.

Evet, sadece ‘fayda’ veya sadece ‘zarar’ denmiş olsa, kendi içinde tutarsız bir cümle olur. Çünkü önyargıyı anlatırken, ‘sabit fikirli’ olma bağlamında önyargılı düşünülerek, peşinen ona ‘faydalı’ ya da ‘zararlı’ demenin hatası aşikârdır. Oysa her iki durumda söz konusu olamaz mı? Tıpkı o, meyvenin lezzetli veya çürük olabilmesi gibidir.

Önyargı, akılların doğru-yanlış, ahlakların iyi-kötü ve sanatların güzel-çirkin olarak tanımladığı genel kabulleri korumaya yardımcı, itibari bir anahtardır. Sanki o, hakikat ateşini tutuşturmada kullanılan, bir düğmeye, bir kontağa basar gibi işlev gören, kıymetli bir araçtır.

Önyargı tohumları, insan zihninde çimlenmeye dursun diye verilen, peşin düşünce ve fikirlerdir.

Yine onun, psikolojik açıdan insanda var olan önyargı eğilimli takıntı ve travmaların, biyolojik bünyenin adeta sağlıklı olup olmadığını haberdar eden belirtiler, semptomlar ve sinyaller tarzında, bir çeşit sigorta işlevi gördüğü de düşünülebilir. Bu yönüyle insan hayatında, belli bir süre, daha büyük hasarları önlemesi adına, faydalı önyargılar kapsamına, takıntı ve travmalar da pekala dâhil edilebilir.

Bir toplumun; örf, adet ve gelenekleri, sanatı, kültürü, ideolojisi sosyolojik birer önyargılardır.

Çekirdeğin bir gün meyveyi netice vereceği önyargısı olmasa, hiç kimse onu toprağın içine emanet etmez.

Önyargının olumlu tarafları elbette artırılabilir. Mesela vücudumuzun bağışıklık sistemi güçlensin diyerek, ona aşı yoluyla öncesinden virüsler tanıtılıyor. Böylelikle bedenimiz, tanıdığı virüslere karşı hem antremanlı oluyor hem de tedbir alıyor. Ayrıca dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı savunma sistemini de kuruyor. İşte bu aşılama sistemi, bir çeşit vücuda ‘önyargı refleksi’ kazandırma işlemidir.

Psikolojik Zararlı Önyargılar

Önyargı, düşüncenin önündeki perdedir. Perdenin yararı da, faydası da olur. O yüzden perdeyi dengeli kullanmak gerekir.

Bireylerin, kendi fikrini, metodunu, hipotezini, tezini, ideolojisini, duygularını, aklını ve tecrübesini savunması gayet doğaldır. Fakat bunları savunurken, yüzde yüz kati, kesin, mutlak, hatasız doğrular şeklinde kabullenip, bunu başkalarına dayatması negatif, olumsuz, zararlı bir önyargıdır. Bunun adı sabit fikirli hatta ‘sabit fikirci’ olmaktır.

Sabit fikirlilik, önyargının bozulmuş ve dejenere olmuş bir türevidir.

Faydalı ve zararlı önyargıları birbirinden ayıran Fransız filozof Voltaire’in dediği gibi, “Önyargı, akıl yürütmeden kabul edilmiş bir inançtır.” (8) O, görgüsüz kalabalıkları idare eden ‘yargısız fikir’ demektir. Burası önemli bir husustur. Zira yargısızlık, kötüdür, çirkindir. Yoksa bizzat önyargının kendisi, mutlak yanlış değildir.

Çoğunlukla bizlerde; dışarıdaki özgür, hapisteki esirdir algısı vardır. Oysa ya içerideki insan, dışardakinin korkarak söylemeye cesaret edemediği gerçeği, yiğitçe ifade eden kişi ise! İşte önyargıyı, yargısız bırakmayıp onu yargılayabilirsen, sonraki yargılara merdiven olur. Bir yargının güncellenmemesi tabi ki zararlıdır.

Önyargı, ancak ve ancak düşünmeyen kitleleri kontrol etmek için bir tasma olabilir.

İlk yargılar lazımdır. Fakat onların kritik ve kontrolden yoksun ısrarı, geçersiz ve gereksizdir. Mesela bir yazar, bir yerde, yazdığı bir makaleden bazı pasajların derste okunduğunu öğrenmiş olsun. İlk duyduğunda, önyargıyla hemen sevinebilir. Oysa bir strateji olarak, kötü amaçlarla seçilmiş ve yanlış yorumlanmaya açık belli kısımlar, parçacı bir yaklaşımla, metinde yazarın da eleştirdiği bölümler olduğu halde, sanki savunuluyor gibi sunulabilir.

Sonuç

Önyargılarda inat, insanı zorbalığa düşürür ve onu zorba yapar. Oysa zorla kabul edilen inanç veya ideolojiler sahteliği, zorla yapılan eylem veya işler gösterişi netice verir. Sonucu ise beklenilen gerçek inancın tam aksine, onun sahtesine veya taklidine neden olur. Demek ki, bu denklemde zorbalığa kesinlikle yer yoktur.

Halbuki önyargı, başka varlıklarla kıyas yapsın diye insana verilmiş, görevi izafi bir ölçüt olan, ‘benlik’ gibidir. Bu sayede alçak gönüllü insan, kendini, kendine yetmediğini, kendine malik olamayacağını ve haddini bilebilir. Bu zaten benliğin olumlu tarafıdır. Fakat bencil ve gururlu insan, ben bana yeterim ya da ben daha üstünüm şeklinde, yanlış olan öteki yargılara düşebilir, savrulabilir ve kaybedebilir de.

Demek ki, önyargı, esasında bizlere gerek bilimsel araştırmalarda gerekse kendimizi tanımamızda lazım olan ilk yargıdır. Böylesi bir ilk yargıya da müdahale olamaz, belki de hiç olmamalıdır. Sadece onu mecrasına kanalize etmelidir. Zira o, isabetli yargılara ulaşma adına, doğru kıvamı yakalamak için başlangıçta lazım olan ekmeğin, yoğurdun mayası gibidir.

Bu yaklaşımı, kabul veya reddeden farklı düşüncelere elbette saygı duyulur. Ama bence ilk yargılar; içten, vicdani, sezgisel, gönülden, doğal ve tabiidir. Bu açıdan onlar, özgür ve hür dolaşıyorlar, insan vicdanında ve zihninde.

Kaynaklar

  1. Prof. Dr. Ayhan Çitil, Gödel Teoremleri, Kualia Analitik Felsefe Dergisi
  2. Imre Lakatos, Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi, Alfa yayınları, Çeviri:Duygu Uygun
  3. Doç. Dr. Seda Özsoy Somuncuoğlu, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/298539, Sayfa 273
  4. Prof. Dr. Stephen C. Meyer, Evrenin Bilinmeyen Tarihi, Sayfa 153,154
  5. Saniye
  6. Metre
  7. René Descartes, Yöntem Üzerine Konuşma 1637, Latincesi: Cogito, ergo sum.
  8. Voltaire, “Önyargılar”, Felsefe Sözlüğü, Cilt II, Sayfa 288, 292 ve 293