Bahadır Gül

Bilim Felsefesinde Metafiziğin Konumu

Giriş*

Ne var ne yok sorusu, daha özelde ontoloji bilimini doğrudan ilgilendiren en derin felsefi konulardan biridir. Var ve yok kavramlarının tanımı tartışmalıdır. Hatta tanım’ın kendisi dahi, metafizik sınıra dayanan bir kabuldür. Dolayısıyla daha işin başında yani sorunun kendisinde ve anlamında bir uzlaşmaya varılmış değildir. Hal böyle olunca, izah mahiyetinde yazılan ve çizilen nice bilgiler, kesinlik olma iddiası ve konumundan uzaktadır. Bu soruya verilen bütün cevapların, tamamı göreceli olmasa bile gerçekliğin sadece bir parçası olabilir.

Metafizik, özellikle akademik camiada, bilim felsefesi perspektifinden, uzun süreden beri zulme uğramaktadır. Bunun sonucunda, başta topyekün insanlık olmak üzere bütün varlık ağır faturalar ödemektedir.

Acilen yapılması gereken en temel akademik çalışmalardan biri, yitirilen metafiziğin itibarını iade etmektir.

Bu çalışma, ilgili ehliyetli bütün muhatapları harekete geçirmek için sobaya bırakılan bir çıradan ibarettir.

Okuyacağınız bu metinde sırasıyla; varlık, mantık, fizik, kuantum, matematik ve dil gibi 6 farklı konu üzerinden metafizik noktalara ve sınırlara, misaller eşliğinde hem dikkat çekilecek hem de işaret edilecektir.

Varlık

Varlık Kategorileri

Varlık tasnifi, birçok filozof tarafından üzerine düşünülmüş bir konudur. Sınıflandırmalarında aynı veya ayrı birçok nokta olsa dahi, nihayetinde bütün bu varlığı, büyük bir nispetle, bir noktaya ‘bağlama’ söz konusudur. Filozofların çoğunluğu, fiziki varlığı, metafizik Bir ve Var ile izah etmektedir. Bu Var’a, felsefenin dilinde, İyi, Güzel, O, Mutlak, Sonsuz, Zorunlu, Gayb veya Zat gibi birçok farklı isim ya da kavram ile karşılaşılır.

Aristoteles, kapalı Evren modelini savunur. Evren, sabit sayıdaki cevherlerin dönüşümünden ibarettir. Ona göre, uzay sınırlı fakat zaman sınırsızdır. Fakat o, bu varlık sınıflandırmasında, cevherlerin hareketini açıklamakta zorlanır. İşte bunun için o varlığı, her neyi kastediyorsa artık, gider ‘Bir İlk Hareket Ettirici’ ye bağlar. Onun, nihayetinde metafiziği kabul ettiği ya da çaresizce etmek durumunda kaldığı nokta bu kadardır. Aristoteles düşüncesinde madde, olan ve olması mümkün bütün fiziki varlıkların ortak adıdır.

Platon’un ontoloji düşüncesi, talebesi Aristoteles’ten farklıdır. Dört kategoriye ayırır varlıkları. Yansıyanlar ve Nesneler ‘görünen alem’ anlamında Horaton’dur. Hipotezler ve İdealar ‘düşünülen alem’ manasında Noeton’dur. Bunları aşağıdan yukarıya doğru ve her defasında daha da genişleterek sıralar. Her üst kategori, bir alt kategoriden daha büyük ve yücedir. Yine buna paralel olarak bir de bilgi kuramını ifade eder. Bunlar aşağıdan yukarıya –uzaysal anlamda değil- doğru sırasıyla; sanı, kanaat, çıkarım ve akletme şeklindedir. Nihayetinde bu 4 âlemi bağladığı temel İlke ise İyi anlamında Agathon’dur. Bu yüzdendir ki o, bilme faaliyetine Anamnesis demektedir. Anlamı ise bilinen ama unutulanı tekrar hatırlamaktır.

Platon’un izini takip eden Plotinos de, tüm kategorilerin ötesinde bütün varlığı metafizik Aşkın’a, Bir’ e bağlar. Bu belirsiz ya da belirlenemez Bir, Apeiron’dur. Hatta varlığı, Bir’in zuhuru olarak kabul eder. Bir ve O’nun zuhuru, kendi kavramıyla Henosis yani Birlik demektir. Maddeyi ise ‘prope nihil’ yani ‘hemem hemem hiç’ anlamında görür.

Muhyiddin İbni Arabi ise, varlığı aşağıdan yukarıya doğru -bu tabirim elbette kelime yetersizliğinden- yani ednadan alaya doğru ve arada berzah ayrımları olmak kaydıyla, 5 kategoride izah eder. Bunlar genellikle sırasıyla, Şehadet Âlemi, Misal Âlemi, Melekût Âlemi, Rubûbiyet Âlemi, Ulûhiyet Âlemi şeklinde kavramlaştırılır. Ayrıca İnsan Âlemi her ne kadar son âlem olsa da ona ‘özel’ bir anlam yükler. Diğer varlık mertebeleri ile irtibatlı olan insan, varlığın hem çekirdeği hem de meyvesidir. Bütün bu varlığı, Bir’e bağlar. Görüldüğü gibi burada da topyekûn izafi varlığın varlığı, metafizik anlamda, Mutlak’a, Zat’a bağlıdır. Ona göre varlık, Var’ın sudûru, zuhuru yani tecellisinden ibarettir.

Gelenek okumalarında görülen ve önemli bir kesiminin kabul ettiği varlık kategorisini belirterek bu faslı kapatalım. Temelde, 7 varlık mertebesinden bahsedilir. En alt alemin adını taşıyan Mülk suresinde, bu konuya bir işaret vardır. ‘Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Herhangi bir kusur görebilir misin? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.’ (Ayet, 3 ve 4)

Bunlar, Mülk Âlemi, Melekût Âlemi, Kürsi, Ceberut Âlemi, Rahamut Âlemi, Arş ve Lahut Âlemidir. İşte bütün varlığın varlığı, bu Mutlak Gayb olan Zat’a bağlıdır. O Zat, Kendinin özel adını ‘Allah’ lafzı celali ile bildirir.

Bu mevzudaki, Platon, Aristoteles, İbni Arabi ve Gelenek yaklaşımlarının, farklılıkları ve benzerlikleri özet olarak aşağıda verilen tablolardan (Şekil 1, 2, 3, 4) incelenebilir.

Canlı Olmak Üzerine

Canlı olmak, Aristo’nun sadece kategorisinde kullanılan bir ayrım olmanın çok ötesinde bir metafizik cevherdir.

Bakın şu güzel bir tanıma: Unsurların, özdeşliği haiz tek bir şey olmaları, ancak bir canlının bütünlüğü içerisinde gerçekleşir. Canlı; bu itibarla nitel derece kabul edilen özdeşliklerin aşılması ile ortaya çıkan tanenin adıdır. (A. Ayhan Çitil, 53. Seminer)

Canlı, arzu edendir. Arzu; varlıkları bakımından içsel kuvvete, etkileşimleri bakımından dışsal kuvvetlere tabi olan unsurların, nitel derece kabul eden özdeşliği, aşmaya olan yönelimleridir. Canlı, sürekli bir asal gerilim içerisindedir. Unsurların, içsel kuvvetler itibariyle kendinde olandan ayrılmaları nedeniyle, kendinde olana yönelmeleri ve özdeşlik kazanmak üzere canlı oluşmaya yönelmeleri, asal bir gerilim oluşturmaktadır. (A. Ayhan Çitil, 54. Seminer)

Canlıda hem arzu hem irade hem de isteme olarak 3 metafizik unsur vardır. Arzu, pasif ve hareketsizdir. Oysa irade, aktif ve hareketlidir. Canlı hem hareket edebilen hem durabilendir. Canlıdaki somut unsurlar fizikseldir. Oysa arzu ve irade, metafizik soyut bir kabuldür.

Unsura özdeşlik addedilirse, canlı, yığına ya da mekaniğe dönüşür ki, bu hatalıdır.

Canlı kalma arzusu, canlı kalma riskini artırır. Metafiziğe nispetle, fiziksel madde zamanla çözülür. İşte budur, entropi! Her parçacık kendi zamanının imzasını taşır.

Canlı, var oluştur. Var, öncedir. Oluş, sonradır. Var, metafiziktir. Oluş ve bozuluş ise fiziktir.

Mantık

Özdeşlik İlkesi

Mantığın birinci ilkesidir. Bilimin en temel kabulüdür.

Filozof Martin Heidegger’e göre, varlık için özdeşlik imkansızdır. Çünkü varlık; Var Duran’ dan kopuştur. Bu kopuş, var olmuş, var olan ve var olacak her şeyi kapsar.

Ona göre özdeşlik, bir öze dönüş yolculuğudur. Mutlak Var’dan başkası için, aynılık yani özdeşlik mümkün değildir, sadece göreceli kabul edilebilir.

Zaten tam anlamıyla, zamanın dışına çıkmadan aynılık yani özdeşlik bilinemez ki!

$A$, $A$ dır diyebilmek varlık için imkansızdır. Sağdaki $A$, soldaki $A$ ile aynı değildir, zira uzay var. Önceki $A$ ile sonraki $A$, özdeş olamaz, zira aralarında az da olsa bir zaman var. Gayet tutarlı bir açıklamadır. İşte, insanlar hem An’a hem de Madde’ye tam nüfuz edemez. Çünkü uzay-zaman kuşatılamaz ama kuşatır.

Teorik fizikçi John A. Wheeler perspektifinden zaman, her şeyin aynı anda olmasını engellemek için doğanın kullandığı araçtır. Ama ben, doğanın kodu demeyi tercih ederim. Zira o kodun da Bir kodlayanı Var!

Görüldüğü üzere varlık için mantığın en temel ilkesi olan özdeşlik, metafizik bir kabule bağlanmadan mutlak geçerliliği söz konusu olamaz.

Çelişmezlik İtiraz Kabul Etmez!

Çelişmezlik aklın en temel ilkesidir. Ona itiraz etmek dahi ancak ‘çelişki ilkesi’ ile mümkündür.

Bir $P$ önermesi kuralım. $P$: Çelişmezlik ilkesi yanlıştır, olsun.

$P$ doğru ise, bu ilke kullanılamaz.

$P$ yanlış ise, bu ilke kullanılır.

Görüldüğü gibi bu ilkeye itiraz etmek de çelişkilidir. Zira doğruysa kullanılmazken, yanlışken kullanılabilir gibi bir tür safsata oluşur.

Oysaki, sonsuz büyük ve küçük durumlarında düşünülen sonuçlarda çelişki vardır. Nicholas, (ö. 1464) iç açıları toplamı iki dik açıya eşdeğer üçgenin, sonsuzda bir doğru olduğunu ifade eder. Yine, bir çember üzerindeki yayın, uzunluğunu korumak kaydıyla, sonsuzda bir doğru olması düşünülür. Netice bir çelişkidir. Çünkü doğru, üçgen ve eğri değildir. Demek ki sonsuz ile yapılan işlemlerde çelişmezlik yasası geçerli olamaz. Fizikte karşılık bulan ölçüm, metafizik alanlar için uygulanmaz.

Gaye, Amaç, Maksat

Fiziki unsurlar ile varlıktaki gayeyi, hedefi, maksadı, amacı veya ereği bilmek imkânsızdır.

Öyleyse bu ya icat edilir ya yok farz edilir ya da metafizik unsurlar ile açıklanır. Başka da bir yol görünmez. Madde, anti madde, enerji, anti enerji, esir, uzay, zaman, hareket, kuvvet ve ışığın kendisinde gaye bulunmaz.

Bütünü bilmeden, -yani tümdengelimin esas alınması ile birçok problemin çözüleceği tezi- varlığın bazı parçalarına, gaye tanımlaması icat etmek, sınırlı varlığın sınırsıza anlam arayışı demektir. Bu bir yanılgıdır.

Anlamı yok saymak ise, kendini yok veya hiç saymaktan pek bir farkı yoktur. O zaman, bu sorunun doğru cevabı fiziksel ve kimyasal unsurlarda değil, bunları bir form olarak kullanan metafizik unsurlarda aramak gerekir.

Hasılı yukarıdaki bu unsurların, amacına yönelik nihayetinde dayanacağı en temel İlke zorunludur. Kategori üstü bu İlke, olmuş-olan-olacak değil olduran Mutlak Zat’tır. O, İyi’dir. Çünkü İyi hem nasıl hem de niçin sorusunun cevabıdır.

Her varlık, O’ndan pay alır ve vücuda gelir. Bu pay alma sayesinde topyekûn Varlık hem var olmuştur hem vardır hem var olacaktır. Varlık, var olmuş veya olandan değil, Var Duran’dandır. Kayyum, aynı zamanda bu anlama gelir.

Metafizik Kategoriler

Filozof Kant’a göre, uzay ve zaman bir formdur. Onlar sayesinde insan zihni nesneleri algılar. Mutlak olarak kuşatılamayan bu saf görüleri, insan zihni, apriori anlamda kavrar. Dolayısıyla nesneleri uzay ve zamanda bilir ve kurar. Ama nesneler sayesinde, uzay ve zaman kuşatılamaz ve anlaşılamaz.

İlave olarak bu nesneleri kavramak için, 4 kategoriden bahseder. Bunları da 3 ayrı alt başlıklara böler. Sadeleştirerek ifade edelim:

Nicelik; bir, çok ve bütün şeklindedir. Tekil, tikel, tümel olarak kabul edebiliriz.

Nitelik; olumluluk, olumsuzluk ve sınırlama şeklindedir.

Bağıntı veya nispet; nedensellik, etki-edilgi ve kendilik-araz şeklindedir. Buradaki ‘kendilik’ kavramının esasında bir metafizik kabul olduğu açıktır.

Kiplik veya modalite; var-yok, zorunlu-mümkün ve imkânsız-ihtimal şeklindedir. Buradaki birinci kısım tavırlarda yani var/zorunlu/imkânsız kipleri, fiziğin bittiği metafizik sınırlardır.

İndirgeme Hatası

Bilim felsefesi yani ilmi metodoloji açısından, özellikle varlığı anlama konusunda indirgeme hatası yapılmaktadır.

Batı aydınlanması öncesinde bir zamanlar, Zat ve Mutlak Var’dan hareket ile metafizik yapılırdı. Metafizik ile de canlı ve cansız bütün varlığın açıklamasına gidilirdi.

Can’ın izahı, inanca kapı araladığından önce bugünkü adıyla Biyoloji ana akımdan elendi.

Fiziğin maddenin küçük ve büyük parçalarına kadar nüfuz etmesi ile Kimya ve Astronomi de bu akımdan nasibini aldı ve onlar da elendi.

Artık varlığı araştırma yolculuğunu Fizik ile yapar olduk. Böylece varlığın sadece fiziki tarafı yani tek kanadı araştırılmaktadır.

Bu indirgenen varlık da matematik ile çözümlenmektedir. Matematiğin de temelinde dilin imkânları ile kurulan, klasik ve niceleme mantığının farklı versiyonları vardır.

Aklın kapasitesinden ötürü, Saf Aklın Kritiği eserinde bu indirgemeci anlayışla bilim felsefesini savunanlardan olan filozof Kant, psikoloji, kimya ve tarihi bile bir bilim olarak kabul etmez.

Zaten, görüde dolaysızca var olan, temsil edilebilir olanda modelini inşa edemediğimiz, her şey hakkında yaptığımız muhakeme, bir yanılsamadan ibarettir. İlmi metodolojide Kant felsefesinin bir cümlede özeti işte budur!

Oysaki Biyoloji biliminin sahasındaki varlıkları, fiziğe indirgemenin birçok metafizik unsuru göz ardı etmek olduğu aşikârdır.

Önce Biyoloji biliminden teleolojik can arayışı elendi. Sonra Kimya biliminin atom altına uzanması sayesinde, mantığın nedensellik ilkesinin kuantum aleminde çatallaştığı görüldü. Bütün bu mesajları tam anlamlandıramadan şimdilerde, işimize geldiği gibi ve işimize geldiği için Fizik yapılmaktadır.

Hasılı, Biyoloji ve Kimya varlığı anlamada sadece Fizik biliminin uydusu konumundadır. Matematik ise adeta bu düzenin muhasebesini tutmak için yapılmaktadır, maalesef. Bilim felsefesindeki bu acı sonuç teleolojinin elenmesinin ağır bir bedelidir.

Can ve Cevher İlişkisi

Madde bölünür, birimlere ayrılır, parçalanır. Oysa can, asla böyle bir cevher değildir. Can, bir bütündür, birimi yoktur, parçalarına ayrılamaz. Dolayısıyla o, fizik, matematik ve mantığın sahasına giremez. Can, sayı değildir. O, sayı ötesi metafizik bir cevher taşır. Hele insan hele insan!

Bu nedenle bilim felsefesinde, daha işin en başında klasik mantık kurulurken çizilen Porfiryus Ağacında önemli bir metafizik hata vardır. Bu önemli kusur düzeltilmeden yapılan kavramlaştırmalar ve kurulan önermeler, öncelikle anlam bakımından yoksundur. O nedenle alternatif bir ilim metodolojisine ihtiyaç vardır. Gelenek nazariyesine göre olması gereken ise aşağıdaki şekilde özet olarak ifade edilmektedir. (Şekil 5)

Bitki, hayvan veya insan olsun, herhangi bir organizmayı, fiziki ve maddi parçalardan oluşan bir makine haline getirerek incelemek, ona indirgemeci bir yaklaşım demektir. Zira makinenin bir parçası bozulur ve çalışmazsa, onu içeriden tamir edecek bir ‘güç’ ve bir ‘kuvvet’ yoktur. Ancak, dışarıdan bir ’el’ o makinayı ıslah edebilir. Oysa canlı, belli seviyede ve görünüşte kendi kendini onarabilme yetisine sahiptir. Bu yeti, canlı organizmalarda, madde ötesi, maddeyi aşkın veya madde de içkin birçok metafizik çeşitliliğe işaret etmektedir.

Hatta hayvanlardaki bu metafizik unsurlar ile insanlardaki birebir aynı değildir. Yapılan bir incelemede, hafıza kaybı konusu araştırılır. Zamansal olarak, belli aralıklarla, A, B, C ve D gibi 4 farklı olay test edilir. Hayvanların unutma sırası, D, C, B ve A şeklindedir. Oysa insanların unutma sırası, hayvanların yön olarak tam tersine, A, B, C ve D olarak tespit edilmiştir.

Demek ki, canlı organizmaları hem kimyasal veya fiziksel olarak hem de özdeş türler gibi incelemek, onların varlıklarını indirgeme ile anlama ve tanımlama yöntemidir. Bu ise önemli bir yanılsamadır.

Tekillik ve Paradoks

Mantığın dayandığı özdeşlikten sonraki temel ilke çelişmezlik yasasıdır. Bu yasanın keşfi yazılı tarihi kaynaklara göre Platon’a kadar uzanır. Aristoteles ise hocasından öğrendiği bu ilkeyi, on dört parçadan oluşan Metafizik serisinin dördüncü kısmında daha da açmaktadır. Ne var ki, bu ilkenin geçerli olmadığı özel istisnai durumlar vardır. Bunlara tekillik adı verilmektedir.

Mesela Büyük Patlamanın anı hatta öncesi -kelime yetersizliğinden kullandım- tekilliktir. Zira uzay, zaman, madde, anti madde, enerji, anti enerji, esir, hareket, kuvvet gibi temel fiziksel unsurlar bilim felsefesine göre o andan sonra başlar.

Tekillik durumu metafiziksel noktalardandır. Buralarda, çelişki yasası dolayısıyla mantık işlemez. Mantık, mantığa yol verir. Bu durum, esasında aklı yine özel bir Akıl ile aşma noktasıdır. Böylesi bir aşma düşüncesi ise aşkınlıktır, doğrudan metafizik bir kabuldür.

Yine kurdele şeklinde devam eden bir eğri düşünelim. Bu eğri normalde süreklidir. Sürekli ise her noktada türevi alınabilir. Fakat kesiştikleri noktada, ‘yön’ tek olmadığından, bu belirsizlikten dolayı türevi alınamaz. Kısaca sürekli olmayan, süreksiz bir istisna nokta vardır orada. İşte buna da tekillik denir.

Başka bir misal daha verelim. Bir $E$ alanına sahip daire düşünelim. Bu daireyi herhangi bir $R$ kirişi ile ikiye bölelim. $A$ ve $B$ şeklinde $2$ alan elde edilir. İnsan, $R$ olmadan, $A$‘yı $B$ den veya $B$‘yi $A$ dan fark edemez ve ayıramaz. Tekillik şurdadır: $R$ çizgisi adı verilen bu ayrımın/berzahın alanı hem vardır hem yoktur. Oysa bu, mantık ilkesi olan çelişmezliğe ters bir durumdur. Dolayısıyla hem fiziğe hem matematiğe hem mantık yasalarına aykırıdır.

Önce $R$ vardır diyelim. $E$ alanından $R$ alanı çıkarılırsa, $R’$ işleminin sonucu zorunlu olarak $A \cup B$ olur.

Sonra $R$ yoktur diyelim. $E$ alanından $R = \varnothing$ alanı çıkarılırsa, sonuç yine zorunlu olarak $A \cup B$ olmaktadır.

Görüldüğü üzere $R$ hem var hem yoktur. Yani dikkat edilirse burada mantık çalışmaz. Bir tekillik söz konusudur. Russell paradoksu olarak bilinen bu sınır durumlarında, hep çelişkiler ile karşılaşılır.

Zaman’ın en küçük parçası olan an’ı düşünelim. Şimdi, geçmiş ile gelecek arasında izafi bir noktadır an. Adeta o hem var hem yok, bir başka çelişki durumu değil midir?

Peki fiziği aşan bu durumlardan kurtulmak mümkün müdür? İşte Hilbert, fiziği bu paradokslardan kurtarmak istedi. Ama Kurt Gödel, bunun imkansızlığını, matematik kullanarak ’tamamlanamazlık’ isimli iki teorem üzerinden ispat etti.

İşte bugün, bütün fiziksel unsurların doğruluğu bir yana, yaklaşık fiziğe indirgenen, metafiziğe sınır paradokslar ile bilim yapılmaktadır.

Sonuçta hem makro alemde hem de mikro alemde bir çizgi vardır. Bunların içinde kalarak, ancak ve ancak indirgemeci yaklaşımla, sınırlı boyutlardaki kısmi ve göreceli doğrulara ulaşılmaktadır. Fakat bu tam gerçeklik değildir. Çünkü tekilliklerin varlığı, metafizik alemlerin kapılarının kırılmaz şifreleridir.

Parça Bütün İlişkisi

En temelde mantık biliminin işlevi, varlıktaki parça ve bütün ilişkisini açıklamasıdır.

Birey, yığından farklıdır. Bunlar özdeş olamaz. Birey bir bütündür. Yığın veya maddi unsurlar tane değildir. Birey, yığını kapsar, kuşatır ama o parçaların ötesidir. Yığın dağılsa da tanelik devam eder. Tanelik, yığından türetilemez. Zaten bilmenin özü, Bir’i bilmektir.

Geştalt yaklaşımına göre, bütün, parçaların toplamı değildir. Birey, yığından fazladır, büyüktür. Bu bireyselleştirme faaliyeti, içsel tutuş ile ancak insana has bir durumdur. Dikkat edilirse burada yapılan şey fizik değil metafiziktir.

Mesela bir sanat eseri, parçaların niteliğinin ve niceliğinin toplamının ötesindedir. Sanat, kusursuz bir bütündür. Bu sebeple doğrusu, Bir Güzel’dir. Güzel Bir’dir.

Bir elma bireydir. Ama parçalanan 2 yarısı nicelik olarak 1 elma olsa bile, birey anlamında artık 1 elma değildir. Zira birey unsurlara ayrılabilir ama unsurlardan birey yapılamaz. Bir elma ikiye bölünebilir fakat bölünmüş iki parçasından önceki bir elma yapılamaz. Entropi termodinamik yasası buna geçit vermez. Bu yasa, zamanın geriye döndüremezliğinin, tek yönlülüğünün bir sonucudur. Kısaca metafizik bir sınır var burada ve dolayısıyla Evrende.

Fizik

Nedensellik ve Kuvvetler

Nasıl yağmur yağar sorusu temelde fiziği esas alan bir nedensellik içerir. Oysaki niçin yağmur yağar sorusu, nedenselliğe ilave olarak, insan düşüncesinde ister istemez metafiziğin kapısını çalar.

Mesela iki madde arasındaki $F=G\frac{m_1m_2}{r^2}$ formülündeki eşitlik, düzen, denge, yasa ve ahenk sadece nasıl sorusunun izahıdır, niçin sorusunun değil. Ahenk, seslendirilen bir beste, okunan bir güftedir. Her şiir, şairinin imzasıdır.

İspat ya da keşif, evvelce doğru olanın ahirde deliller ile gösterilmesinden ibarettir. O zaman bu durum, doğrunun kaynağının izahı değildir. Görüldüğü gibi, soru cevaptan önemlidir. Zira doğru soru bağ kurar. Bu irtibatı kurabilen alim, kuramayan ise cahildir. Bağ kuran alim, fiziği kabul eder ve onunla iş de yapar. Fakat metafizik komşularına da saygı duyar.

Fiziksel nesnelerdeki nedensellik ile biyolojik canlı organizmalardaki nedensellik birebir aynı değildir.

Cansız bir nesne, kendisine herhangi bir dışsal kuvvet uygulanmazsa harekete geçmez. Hareket halinde ise belli hesaplamalarla koordinatları belirlenebilir. Fakat canlılarda durum böyle değildir. Zira canlı da aynı zamanda bir içsel kuvvet vardır. Bu da hesaplanmaz metafiziksel bir faaliyettir.

Esasından maddeyi incelerken, ona etki eden ve dolaylı olarak fark edilebilen malum 4 kuvvetin, sadece 2 tanesi ile fizik yol almaktadır. Normo alemde zayıf ve güçlü nükleer kuvvet pek dikkate alınmadan indirgeme yöntemi ile sanki yokmuşçasına bilim yapılmaktadır. Bu ilmi metodoloji, doğrunun bir kısmına ulaştırır ama bu tam gerçeği de vermez. Her zaman bir sapma söz konusudur. Buna rağmen mevcut bilgiler insanlar için kâfi gelmektedir. Yani şimdilik çıkar ve menfaat açısından iş görmektedir.

Çekim kuvveti ile elektromanyetik kuvvet daha ziyade, normo ve makro alemde, nükleer kuvvetler ise mikro alemde iş görmektedir.

Oysaki fiziksel unsurlar da atomlardan oluştuğuna göre, neden güçlü ve zayıf kuvvet pek hesaba katılmaz? Çünkü bir sınır var ve insan o sınırı geçemez. İşte bundan sonrası, dolaysızca bile kavranamayan, mantık ilkelerini bile işlevsiz kılan mikro metafizik alana dahildir.

Elektrik göndererek tel ısıtılır. Ama tel ısıtılarak elektrik gönderilemez. Çünkü nedensellik ilkesinin kendisi, zamana ve entropi yasasına tabidir. Yasadan büyük başka bir yasa var. Yasa, yasayı koyandandır. Yasa koyan, yasayı uygulayan ve koruyandır. Koruyan ise korunan fiziksel bir cevher olamaz. Metafizik ve fiziği böyle kuran ve koruyan elbette O’dur.

Newton ve Kuvvetlerin Kaynağı

Newton, kendi ders notlarında (The General Scholium) kuvvetlerin gerçek kaynağı hakkında bakın ne düşünür:

Tabiatta gözlemlediğimiz şeylerin çeşitliliği ve değişik yerlere ve zamanlara uyum sağlayabilmesi, hiçlikten çıkmış olamaz. Bunlar ancak varlığı zorunlu olan Bir varlığın fikrinden ve iradesinden çıkmıştır.

Tanrı’nın gördüğü, konuştuğu, sevdiği, nefret ettiği, verdiği, aldığı, kızdığı, savaştığı, tasarımladığı, çalıştığı ve inşa ettiği ancak benzetme yoluyla söylenebilir. Çünkü Tanrı hakkındaki bütün fikirlerimiz insanlığın özelliklerinden benzetilerek türetilmiştir.

Buraya değin, göklerin ve denizlerin işleyişinin tabiat olaylarını kütle çekiminin kuvveti ile izah etmiş bulunuyoruz. Ancak kuvvetin hakiki sebebini tayin edebilmiş değiliz. (Baha Zafer, 6. Seminer)

Belki kütle çekim kuvvetinin zahiri sebebi, uzay ve zamandaki geometrik eğimdir. Zahiri dedim çünkü, uzay ve zaman bu kuvvetin sahibi değil, sadece bir taşıyıcısıdır.

Newton’un bu notları, maddede var olan fiziksel kuvvetlerin izahının fizik ile değil, ancak fizik ötesi ile açıklanması yönünde olduğu açıktır. Buradaki ince sınır, kuvvet ile kuvvet kaynağının farkındalığına varmaktan ibarettir.

Makro, Normo ve Mikro Alemler

Özel görelilik ile zamanın, genel görelilik ile maddenin izafi olduğu artık bilinmektedir. Zaman, uzayın bükülmesidir. Madde bir enerji, enerji de bir çeşit ışıktır.

Evrenin yaklaşık %5 kısmı madde, %23 oranda karanlık madde ve %72 nispette karanlık enerji olduğu tahmin edilmektedir. Bilimin sahası yani fizik ve matematik ile gerçekliğe ulaşmak bu %5 kısımdan ibarettir. Ötesini anlamada fizik kuralları geçerli değildir. Burada da metafizik bir sınır vardır.

Benzer bir sınır, atom altı dünyasında da var ve ötesine inilemez. Adeta bilim, iki metafizik hudut arasında yaşar. Bilimin ulaşacağı göreceli gerçeklik sadece bu aralıktadır.

Bütün bunlara rağmen insan, elini uzatamasa dahi metafizik alemleri düşünmeden de edemez. İnsan cismi Evrene nispetle küçüktür ama zihni, fiziksel Evrenin ötesini düşünebilir bir kapasiteye haizdir. Bu zihinsel istidat, metafizik alemin kapısının adeta zilidir.

Laplace’dan İnciler

Fransız matematikçi Laplace, The Theory of Probability eserinde, zamanı aşkın metafizik gerçekliği ve aklı yine akılla aşmak gerektiğini bakın nasıl ifade eder:

İnsan aklı, ‘Bu Aklın’ zayıf bir taslağını geometriye vererek ulaştığı mükemmellikte çalışır. İnsan, doğruyu arayışındaki bu çabaları, ‘Bu Akla’ gittikçe daha yakın olmayı amaçlar. Fakat insan, O’na sonsuz uzaklıkta olacaktır.

Doğada etkileyen bütün kuvvetleri ve dünyayı meydana getiren tüm şeylerin konumlarını, verilen bir anda bilen ‘Bir Akıl’ düşünelim. Bunun yanında bir de ‘Bu Aklın’ bütün bu bilgileri matematiksel analize tabi tutabilecek yetenekte olduğunu varsayalım. Öyleyse ‘Bu Akıl’, tek formülle evrendeki en büyük cisimlerin ve en hafif atomların hareketlerini kapsayacak bir sonuca varabilir. O’nun için hiçbir şey belirsiz olamaz. Geçmiş ve gelecek, O’nun gözlerinde şimdi görünür.

İşte Laplace’ın ulaştığı bu nokta, nedensellik ilkesini, fiziki unsurların kendi sınırları içerisinde tabi olduğu bir işleyişten ibaret görmesidir. Onun metafiziği onaylayan pozisyonu, kabul ettiği bu temel ilkenin, aşkın alemlerde geçerliliğinin olmadığına bir şahitlikten ibarettir.

Kuantum

Kuvvetler ve Parçacıklar Alemi

Maddede kuvvet var. Madde, kuvvetsiz olamaz. Ama kuvvet için madde zorunlu değildir.

Maddede bir iç bütünlük yok, parçalarına ayrılabilir. Maddede ancak bir dış bütünlükten söz edilebilir. Oysaki kuvvette bir iç bütünlük vardır.

İşte kuvvetlerdeki bilinen bu içkin istidat, bir metafizik sınırdır. Mesela, içeriden çatlayan yumurta canlılık sebebi iken, dışarıdan bir müdahale ile kırılırsa onun ölümüne neden olunur. Ayrıca bu kuvvetlerin içine girilemez. O yüzdendir ki Aristoteles, kuvvetlerin ana kaynağını, fizik ötesi ‘Bir İlk Hareket Ettirici’ ilkeye bağlar.

Maddenin esası olan atom, sadece fiziksel unsurlar olan proton, nötron ve elektronlardan ibaret değildir. Aynı zamanda kütle çekim, elektromanyetik, büyük ve küçük nükleer kuvvetlerin varlığı söz konusudur.

Atom altı parçacıklarına inildiğinde, bu kuvvetlerde mantığın temel esası olan özdeşlik yasası doğrudan işlemez. Dolayısıyla kuvvet alanları, insan için metafizik bir sınır çizer.

Proton, elektron ve nötronu oluşturan fermiyonlarda mantık ilkeleri işler. Fakat kuvvetleri taşıyan gulonlarda aynı ilkelerin işleyişi söz konusu değildir. Görüldüğü gibi burada da başka bir bir sınır çizilidir.

Hatta fermiyonlar ailesinden olan, ‘aşağı’ kuark ile ‘yukarı’ kuarkın daha ilerisine gidilmesi imkânsızdır. Yine bir sınır ile daha karşılaşılır, burada.

Kütle çekim kuvveti, sadece çeker. Oysa elektromanyetik kuvvet hem çeker hem iter. Niçin acaba…? Bu sayede boşluk oluşmaz da ondan!

Zayıf nükleer kuvvet ortada yok ama senaryoyu kuran o. Güçlü nükleer kuvvet, kısa bir yerde ama kuvvetlidir. Hatta protonu ve nötronu tutan da odur. Nasıl bir iş bölümüdür bu? Madde, görev dağılımı yapamaz ki!

Kuvvetler birbirini hissetmezler, iç içedirler. Ama bu fiziki unsurları ayırmak gerektiği durumularda adeta bir metafizik bilinç devreye girer ve hemen tepki gösterirler.

Mikro evren, çamaşır sepetinin içine sıkıştırılan yorgana benzer. Yorganın kendisine dokunulamaz, sadece deliklerinden dışarı sızan kısmından hareketle o mikro alem hakkında düşünülür. Tıpkı bütün yorganı, sepette sıkışmış ama ‘pofuduklaşmış’ halinden taşanlarla kavramaya çalışmak zorunda olmak gibi. Bugün atom altı dünyasında da, onun içinden sızanlarla matematiksel hesap ve dolayısıyla fizik yaparak yol alınmaktadır. Sızmayan ve dolaylı bile girilemeyen bu kısımlar, insan için tamamen metafizik bir boyuttur.

Kuantum Evreninde İndirgeme

Canlı organizmayı, sadece fiziksel ve nedensellik mantık ilkesi açısından incelemek nasıl bir yanılsamaysa, benzer bir durum atom altı parçacıklar için de geçerlidir.

Atomların, proton ve nötron parçacıklarını oluşturan unsurların tamamına malum kuarklar denir. Bunlarda, mantığın özdeşlik ilkesi geçerlidir. Fakat elektronları oluşturan Leptonlarda ve enerjileri taşıyan Bozonlarda, bu ilke geçerli değildir. Evrenin ham maddesinde, alt kuark, üst kuark ve elektronlar öncül rol oynarlar.

Ayrıca güçlü, zayıf ve elektromanyetik kuvvetleri taşıyan Bozonlar ile Elektronlar için, aynılık temel yasası bulanıktır. Bu nedenle bunlarla alakalı, doğrudan bir hesap yapılamamaktadır. Fizik yasaları için bu durum bir sınır oluşturmaktadır. Kısaca bu noktanın ötesinde, fizik ve nedensellik tamamıyla artık çalışmamaktadır.

Matematikteki sayılar dünyasında, sadece düşünülen ama görülmeyen, büyük ve küçük gibi niceliklerin geçerli olmadığı kompleks sayılar vardır. Bu sayılar kullanılarak, adeta metafizikten taşan verilerden hareketle, o kuantum alanlarına dair, bazı hesaplamalar yapılır. Bu durum, tamamen metafiziğin fiziğe indirgenmesinden ibarettir.

Akla yaklaştırmak için, bir benzetme ile açıklamak istiyorum. Mesela, $f(x) = \sin(x)$ ile $g(x) = \cos(x)$ fonksiyonlarının, $0$ ile $2\pi$ aralığındaki grafikleri farklıdır. Yani özdeş değillerdir. Sadece $2$ noktada aynı değeri alırlar. Fakat $f(x)$ ve $g(x)$ fonksiyonlarının $x$ ekseni ile oluşturdukları alanlar eşittir. Alan bakımından adeta özdeşlik var sayılır. Bu eşitlik üzerinden artık bazı bilimsel çıkarımlar yapılabilir. Çünkü böylelikle boyut ve alan devreye girer. Nicelik matematiksel hesaba elverişlidir. Kıyas yapılabilir. Oysa burada gerçeklikten uzaklaşılmış, sadece doğrunun bir kısmı olan, alana indirgenmiş bir hesaplama söz konusudur. Kuantum dünyasının üstatları olan, Born ile Schrödinger arasındaki görüş farkı tam da buradadır ve Born indirgemeyi fark etiği için bu mevzu da haklıdır.

Elenen Boyutlar

Sicim teorisyenleri uzayda, $7$ gizli/saklı ek uzay boyutundan bahsederler. Kuantum dünyasındaki $8$ farklı durum, $1$ duruma indirgenerek hesaplama yapılır.

Karmaşık sayılar, metafizik dünyanın işaretçileri olarak düşünülebilir. Ulaşılamayan noktaların dolaylı hesaplamaları, onların yardımı ile yapılır. Yani sayelerinde, doğru ama gerçekliğin sadece bir parçası hakkında bilgi sahibi olunur. Fakat burada da karşımıza aşılmaz bir sınır çıkar. Bu sınırın ötesine gidilemez, ne var ne yok bilinemez.

İşte matematik yardımıyla, adeta hayali $8$ boyut, $1$ boyuta düşürülür. Niceliksel yapay ya da göreceli bir özdeşlik kurulur ve bilimsel yola ancak böyle devam edilebilir.

Akla yaklaştırma adına bir örnek üzerinden izah edilirse: Kompleks sayılar, $C =$ {$z: z = a + bi; a, b \in \mathbb{R} \text{ ve } i^2 = -1$} şeklinde tanımlanır. Sırasıyla, $3+4i$, $3-4i$, $-3+4i$, $-3-4i$, $4+3i$, $4-3i$, $-4+3i$, $-4-3i$ şeklinde $8$ farklı nokta düşünülebilir. Bunlar farz edelim ki, herhangi bir elektronun mümkün noktalarıdır. Büyük, küçük, sıralama, nicelik düşünülemeyen bir metafizik dünyadan bilgi edinmek mümkün olmaz. Yapılabilecek şey, tıpkı yukarıdaki misalde olduğu gibi, ölçülebilir bir boyuta düşürerek yol almaktır. Burada kompleks, bilinmeyen $8$ değişken hayali noktanın, mantığın aynılık ilkesi gereği özdeşliğini temin etmek zaruridir. Mutlak değer, bir büyüklüğe karşılık gelir ve $\lvert z \rvert$ olarak yazılır. Hepsinde bu değer $5$ sayısına eşittir. Ölçülebilir bir nicelik elde edilir. Böylelikle $8$ farklı değerden, $1$ ortak değere ulaşılır. Ama dikkat edilirse burada $8$ farklı nokta $1$ niceliğe indirgenir. Hasılı belki de başka alemlere işaret eden $7$ boyut elenir. Çünkü boyut olarak, geçilemez bir metafizik sınır var burada da. Zira insan zihni sınırlı boyutlar üzerinden kavrar. Ötesi ise esasında Kant felsefesinde olduğu gibi metafiziğe alan açmaktır, yoksa reddetmek değildir.

Klasik ve Kuantum Mekanik Farklılığı

Klasik mekanik de uzay ve zaman boyutları belli olduğundan hesaplamalarda $p \times q = q \times p$ işlemi geçerlidir. Fakat Kuantum mekanikte boyutlar tam bilinemediği için $p \times q \neq q \times p$ durumu söz konusudur.

Görüldüğü üzere normo alemde geçerli olan eşitlik ya da özdeşlik, mikro alemde geçersiz kalmaktadır.

Demek ki maddeyi anlamada, sınırlı boyutlar içerisinde, zorunlu koşullar kabul çerçevesinde, yani ancak $3 + 1$ boyuta indirgenince, gerçekliğin az bir kısmı hesaplanabilir ve bilinebilir.

Ya gerçekte $10 + 1$ boyut varsa..? Yukarıda da ifade edildiği gibi belki de akıl, elenen $7$ tane boyuta, kendisine çizilen bu metafizik sınırdan dolayı ulaşamıyor da olabilir.

Matematik

Harezmi’nin Keşfi

Matematik yaparken belli sayılar kullanılırdı. Fakat bu durum, ta ki Harezmi’nin yeni keşifleri ile son buluna kadar sürdü. Harezmi, $0$ rakamını cebirsel işlemlerde kullanmaya başladı. Maalesef bu cazip keşif, bazılarının başını öyle döndürür ki, her sayının kendisine dayandığı ‘Bir’in konumunu ve değerini unutmalarına neden oldu. Ayrıca o dönemde $x^2-4=0$, $x^2-9=0$ gibi eşitliklerdeki çözüm kümeleri dolaysız yapılabiliyordu. Ama $x^2-3=0$, $x^2-8=0$ gibi ikinci derece eşitlikler düşünülebilir olsa da çözümü dolaysız henüz bilinmiyordu.

İşte Harezmi bu keşifle, düşünülenlerin var olduğunu ancak onları dolaysız değil de dolaylı yollardan yani geometri gibi şekillere indirgeyerek bilineceğinin yolunu açmış oldu.

Bu metafizik duvarın kapısı çalmak gibi bir şeydir. Çünkü, karekök 3 ve 8 geometriye yani uzaya indirgenemeden gösterilemez. Uzayda gösterilen bu sabit gibi uzunluk, esasında tam ölçüsü bilinmeyen düşünülebilir bir sayıdır. Bir nevi çelişki noktasıdır. Bu sayı adeta hem var hem yok gibi. Aşılamayan metafizik noktalardır bunlar. Zira geometri ile dolaylı yoldan sabit gibi gösterilir. Oysa irrasyonel sayı sabit değildir, yazmaya kalsak yazamayız.

Süreklilik ve Süreksizlik

Aynı düzlemde $f(x)=y$ ve $g(x)=y$ fonksiyonlarını düşünelim. Bu grafikler, a ile b aralığında süreklilik arz etsinler. $f(a)=g(a)$ ve $f(b)=g(b)$ şeklinde ilk ve son noktaları eşit olsun. Süreklilik dikkate alınmazsa, bu iki farklı $f(x)$, $g(x)$ fonksiyonları süreksiz kabul edilirse sanki eşit ve özdeş zannedilebilir. Oysa süreklilik dikkate alınca, a ile b noktaları arasındaki güzergahlar farklı olabilir.

İşte hesaplamalar yapılırken bazı noktalarda, benzer kabuller ile yol alınmaktadır. Sadece ilk ve son noktayı dikkate alarak, indirgemeci yaklaşım ile bilim yapılırsa, pek çok şey göz ardı edilir. Oysa $f(x)$ ve $g(x)$ sadece 2 noktada eşit iken, sanki aradaki diğer noktalarda da eşitmiş gibi hareket edilerek tam gerçekliğe ulaşılamaz. Bu esasında bir yanılsamadır. Fakat birçok noktada bu hata payı göze alınmadan da bilim yapılamıyor.

Mesela herhangi bir konuda, zaman parametresinde, yılı merkeze alarak hesap yapılabilir. Oysa bu ay veya gün de olabilir. Saat, dakika hatta saniye bile olabilir. Bu devam eder gider. Gerçekliğe yakınlık neyi merkeze alırsan onunla orantılıdır. Sürekli akan zaman durdurulamadığından, sanki süreksiz durmuş anlar varmış gibi hesaplar yapılır. Bu hesaplamalar doğruya yakındır ama hiçbir zaman mutlak ve tam doğru değildir.

Bütünlük kuşatılamaz. Birimler bütünlükten doğar. Birimler yani 1 saniye ve 1 metre mutlak değil görecelidir, bir kabuldür. Halbuki aksiyom olan bu birimler üzerinden bilim yapılır. Fizik çok az da olsa mukayyet sonuçlar verir ve neticeler yuvarlanır. Çünkü ne kadar geçilirse geçilsin, büyük veya küçük, bir noktadan sonrası geçilemez.

Alfa ($\alpha$) Sayısının Gizemi

İnce yapı sabitinin en önemli özelliği, fiziksel alemdeki temel sabitlerden elde edilmesidir. Diğer bütün sabiteler bu ince ayar sabitine bağlıdır. Yani bu hassas ayar, fiziksel bir sınırdır. Ötesine geçilemez, bu sayının ya da oranın. Çünkü berisi metafizik ile fizik sınırıdır. Bu sınırın aşılması insanlık için imkansızdır. İmkânsız olan ise çelişik olandır.

Bu, boyutsuz bir sayıdır. $\frac{1}{137}$ onun için yaklaşık bir değerdir. Gerçek tanımı ise hidrojen atomunu esas aldığımızda, iki hızın birbirine oranıdır. Bu sabite, elektron hızı ile ışık hızı oranına karşılık gelmektedir.

Makro alem ile mikro alem arasındaki ilişkiyi ve sınırı bu sabite belirler. Özetle madde enerjiye, enerji ışığa dönüşebilir. Ancak ışık hızı sabittir ve aşılamaz.

Yine evrendeki tüm atom çeşitliliği, elektrona ve elektron hızına bağlıdır. Bu elektron hızı da ince ayar sabiti ile sınırlıdır. Fiziksel alem bu sınır içinde çalışır. Madde ve hayat bu sayede vardır.

Peki bu sınırın, dolaylı olarak ince ayarın keşfi ne demektir? Ötesine geçilememesi, orası hakkında düşünmemeyi gerekli kılmaz. Acaba orası neresidir? Metafizik aşkın bir imza olabilir mi?

Pi ($\pi$) ve İnce Ayar İlişkisi ($\alpha$)

İnce ayar ($\alpha$) sabiti ile pi ($\pi$) sabiti arasında ilginç bir ilişki vardır. Bu bağıntı, Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil hocanın harika bir sezgisi ve keşfidir:

Aynı düzlemde yer alan, belirsiz bir nesne topluluğundan, tek bir ilkeyi kullanarak, bir nesneyi ayırt ederek kurmak istediğinde, bu şekilde kurulacak nesne sayısı $\pi$ sayısı kadardır.

Sonsuzdan ilk ayrım, $\pi$ çeşitlilik veya farklılık olsun. İkinci ayrım veya belirlenme ise, $\pi \times \pi$ olur. Üçüncü tezahür ise 4 türlü $\pi \times \pi \times \pi$ çeşitlikte olur. İlginç ve esrarengiz konu, bu 3 ayrımın toplamının, 137 olan boyutsuz ince ayar ($\alpha$) sabitine çok yakın karşılık gelmesidir.

Ayrıca yapraklar, bitkilerin sapları etrafında spiral olarak dönüşler yaparken ince ayar sabitine yakın 137.5 derecelik bir açıyla ayrım gerçekleşmektedir. Oksin hormonu bunu yapar denilse bile, bu tam bir izah olmaz. Çünkü bilinçsiz atomlardan oluşan bir hormon, matematiksel bir kodu asla yazamaz. Yaprak ile dal arasında neden bu sayıya karşılık bir açı söz konusudur? Bu durum hala bilinmemektedir.

İnsan zihni 3’lü bir yapı ile algılar ve çalışır. O, gerekli sadeleştirmeleri yapar, en nihayetine 2 önermeden 1 sonuç çıkarır. Benzer şekilde 1 önerme, 3 unsurdan oluşur. 3 boyutu dolaysız kavrayabilen insan, 4. boyutu dolaysız kavrayamaz. O sebep ile burada da insanın fiziksel algısının karşısına varoluşsal, metafiziksel bir sınır çıkar. Nihayetinde bu hudutların ötesi, düşünülebilir fakat ulaşılmaz bambaşka alemlerin habercisidir.

Nicelik Sınırları

Nasıl ki ince ayar sabiti alfa ($\alpha$), bütün fiziksel nesneleri anlamada bir sınır çizer, benzer şekilde sıcaklık, uzaklık ve zaman birimlerinde de bir noktanın ötesine geçilemez. Kısaca bu sınırları geçmek insan için imkânsızdır.

Bu hudutlar, sıcaklıkta en fazla 10 üzeri 32 santigrat derece, uzaklıkta en aşağısı 10 üzeri -35 metre ve zamanda en aşağısı 10 üzeri -43 saniyedir. (Baha Zafer, 4. Seminer)

Zihin hudutların ötesini merak ettiğinden, oraları ne kadar düşünürse düşünsün artık bir yerden sonra adeta patinaj yapar. Yine madde, insanın bir yerden sonra ilerlemesine imkân sunmaz. Ötesi yok demek değil, ama aşılamaz hudutlar var. Daha doğrusu metafizik buutlar ile komşuluklar başlar. İnsan yok gibi yaşasa da komşular ordalar!

Aydınlık ışık ile mümkündür. Fenomenler dünyasının malzemesi, maddedir. Maddenin üst sınırı, enerjidir. Enerjinin çıtası, ışık hızıdır. Işık hızı ise geçilemez. Demek ki, maddi unsurlar için, teorik olarak ulaşılabilen maksimum hudut, ışık olmaktadır.

Bu yönüyle topyekün fiziksel varlık, bir ışıktan ibarettir. İşte ışık kökünden gelen gerçek aydınlanma fikri, maddeyi aşırı yüceltmek değil esasında maddedeki bu potansiyeli ve sınırı idrak etmektir. Hasılı, fiziksel niceliklerin krallığı bir yere kadardır. Gerisi metafiziğin sultanlığıdır.

Dil

Lafız ve Anlama Dair

Dil, araçtır. Gerçeklik dili kapsar, dil gerçekliği kapsamaz. Dil, anlamlı ve anlamsız işaret ile seslerin toplamıdır.

Hal dilinde, harfler ve kelimeler niteliksel davranış anlarıdır. Beyan dilinde ise, harfler ve kelimeler niceliksel işaret parçalarıdır.

Anlam, lafza tabi değildir. Lafız, anlama tabidir. Anlamlı lafız canlı, anlamsız lafız ise ölüdür. Anlam önce, lafız sonradır. Anlam metafizik, lafız ise dilsel bir işarettir ve fizikseldir.

Masada ‘bardak’ var, önermesine zihin bir cevap verir. Fakat, masada ‘burduk’ var, önermesine zihin bir cevap veremez. Kısaca, zihinde metafizik anlam yoksa, dildeki fiziksel işaret olan bu şey, kelime bile olamaz.

Dilin Postulatları

Her milletin ayrı alfabesi olsa da işaretlerin anlamları aynıdır. Mana özdeştir, semboller farklı olsa dahi. Tercüme demek, iki ayrı beyanın, aynı anlamda buluşmasıdır.

Dil, alfabe ile kurulur. Alfabeler işaretler ve harfler ile kurulmaktadır. Peki bu nasıl mümkün olmaktadır?

Öncelikle, harflerde ve onları sesinde özdeşlik kabul edilir. Burada bir eleme var. Çünkü E, E dir diyoruz. Yani kabul ediyoruz. Oysa, biri önce, diğeri sonra yazıldı. Biri sol da diğeri sağdadır. Biri normal, diğeri italik ve kalın. Birçok farklılığa rağmen, sadece sese indirgeyerek özdeşlik vardır denir. Oysaki sesler bile özdeş değildir. Bu bir yanılsamadır.

Ayrıca, insan bir kelimeyi nasıl yazabilir, birlikte düşünelim? Mesela ‘CAN’ kelimesini ele alalım. Haydi özdeşlik kabul edildi diyelim. Her C, C her A, A her ve her N, N olsun. Bu yetmez ki, bir kelime yazabilmek veya okumak için!

Zamanı kabul edilmezse kelime yazılamaz. Yani, CNA, NCA, NAC işaretleri, kendilerine kelime bile denemeyen anlamsız sembollerdir. Adeta ölüdür bunlar. Zihinde ve nesnede bir karşılığı yoktur.

Ancak birinci sırada C, ikinci sırada A, üçüncü sırada N yazılırsa, bu işaret kümesi ‘CAN’ olabilir. Zamanın nabzında sayı atar. Zira sayı kavramı bilinmeden, zaman idrak edilemez. Aritmetiğin zemini, zamandır. Zaten CAN kelimesi de CAN’ın kendisi değil, ona işaret eden bir kavramdır.

Uzayı kabul etmezsek yine bir kelime yapılamaz. Bir doğru üzerinde ve bir yönde semboller dizilmelidir. Yoksa, sanal bir eşkenar üçgenin üç köşesine C, A, N yazılırsa, böylesi bir yolla CAN kelimesi kurulamaz.

Sürekliliği kabul etmezsek de kelime kurulamaz. Bir harf yazıp boş bırakılsa, sonra diğer harfleri yazılsa yine hiçbir anlam oluşmaz. Mesela, C…AN yazımı CAN diye okunamaz. Zira dilde süreklilik zorunludur.

Demek ki, dil ancak uzay, zaman, süreklilik ve özdeşlik gibi en az 4 temel kabul üzerine kurulur. Dil biliminde, bu postulatlar olmadan, bırakın anlamı, işaret bile tesis edilemez. Özetle metafizik unsurlar olmadan, harf, alfabe, kelime ve dil kurulamaz.

BU’laştırma Ufku

Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil hocanın harika keşiflerinden biri de ‘BU’ kavramı üzerine yaptığı derin metafiziksel çıkarımdır.

Basit bir önerme kuralım: Çanta deridir.

Aslında ilgili önerme şu 3 önermeyi kabul etmiş olur: BU, çantadır. Bir, çanta var’dır. Var, iyidir.

Öyleyse ilgili önermenin detaylı yazılımı şöyledir: Var olan, iyi olan, bir olan BU çanta deridir.

Kısaca, ‘BU’ demek, Var, İyi ve Bir’den, pay almak demektir. Peki en başta yazılan varlık kategorilerinden hatırlatmak gerekirse, Var, İyi ve Bir ne demektir? Hasılı ‘BU’, varlığın Kendisine bağlandığı temel metafizik İlke’den pay almaktır.

Herhangi bir nesneyi, birey kılabilmek ve ona ‘BU’ diyebilmek, ‘BU’ işaretini yöneltebilmek, ancak ve ancak, mutlak Var ve Bir ile mümkündür. Dolayısıyla her bir birey, her bir nesne, kendinden ziyade, O Bir’e ve O Var’a bir delildir.

O kaynaktır, bu sahne için. O’nu fark etmemek, kendini O’na göre konumlandırmamak zulüm ile sonuçlanır. Zaten insan için hedef olan incelik, bu zulmün ortadan kalkması demek değil midir?

Hasılı BU’laştırmadan sonraki, tanenin mekânı yoktur. ‘BU’ adeta bir’dir. Anlam ondadır yani BU’da saklıdır.

Bir, Basit ve Bütün insan için metafizik bir sır üçlüsüdür. Bütün bilinmeden parça bilinemez. Bir, bölünemez. Basit ise içine girilemez.

Kendilik Ne Demek?

Tecrübe sayesinde yeni bilgiye ulaşılır. Kant, tecrübenin kuruluşunu 3 temel unsura bağlar. Bunları; hissetme, muhayyile ve kendilik olarak adlandırır. Apperzeption adını verdiği bu kendilik, algılama demektir. Peki bu husus, hangi fiziksel unsurla izah edilebilir? Elbette edilemez, çünkü bu metafizik bir kabuldür.

Aslında ‘Nefsül Emr’ demek olan Kendilik, Ayan demektir. Taşköprülü Zade’nin bilim tasnifine göre Ayan, vücut mertebelerinde en üst metafizik bilgidir. O, Kitabet, İbare ve Ezhan bilgisinin de ötesinde, en yüksekte olanın bilgisidir.

Ben ve Bilinç

Ben ve Bilinç kavramında, metafiziksel bir iç bütünlük vardır. Onların içine girilemez. Onlar, her şeyi dışarı atar. Bu sayede nesneler kurulur. Aslında nesne, ben’in dışına atılan her şeydir. Subject özne, object ise nesne demektir.

Benim elimdir, önermesinde özne olan ‘ben’ asla görülmez fakat ben bilinci, adeta eli dışarı atarak bir ’el’ nesnesi kuruyor. Esasında kurulan bütün tane faaliyeti böyledir.

Ben ve Bilinç kavramında, içine girilemeyen metafizik bir içsel bütünlük vardır.

Bilinç, farkındalık mekanıdır.

Nasıl ana evladını düşünür. İnsan da bu evrenin anasıdır. İnsan bilinç sahibidir ve bu sayede düşünür. Hem dolaylı hem de dolaysız düşünür. Oysa makinalar, bilinç gibi dolaylı bir çıkarım asla yapamaz.

Makinaya, bilinç ve zekâ atfedilemez. Ona, yapayda olsa zekâ atfedilse bile içi büyütülerek bakılırsa, içinde gezildiğinde düşünce diye bir şeye rastlanamaz. Makine A olanı bilir. Ama insan hem A olanı hem de A olmayanı bilir. Çünkü A olmayan, düşünülenlere, bu ise metafiziğe kapı aralar.

Çıplaklık Yorumu

Ben, çıplaktır.

Hz. Adem ve Havva’nın kendilerini ruhsal çıplak hissetmeleri, ben’in bu yüksek istidadını fark etmeleri olabilir diyen Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil hoca, çok orijinal bir işari bir yorum daha ortaya koyar.

Çıplaklık, kendini ‘yeterli’ görmektir.

Esasında çıplaklık, insan düşüncesinin kalıcılığının sonucundaki imkanlar ile kendisinin ‘yeterli’ olduğunu düşünmesidir.

İşte bu durum bir sınır ihlalidir. Çözümü korunmak ve sığınmaktır. Kısaca bunun literatür karşılığı takvadır.

Sonuç

Esasında bilimin en temel argümanı olan ispat ilkesi, doğruluğu önceden metafiziksel olarak bilinenin veya sezilenin, teorik akıl kullanılarak fizik ve matematik araçları ile daha sonra doğrulama yapmanın ismi ve bilimsel ünvanıdır.

Önce Fransız Descartes bilginin gerçekliği insan düşüncesine indirger. Sonra Alman Kant, o düşünceyi teorik akıl ve kategoriler ile daha da sınırlar. Ardından gelen İngiliz Darwin ise, bırakın insan düşüncesini, insanın kendisini canlı türlerinin bir türevine indiriverir. Bu deha filozoflar maalesef tam anlaşılamadan çarpıtılmaktadır. Hatalı yorumlar üzerinden vuran vurana, indiren indirene sürüp gidiyor. Gerçeklik algısı şimdilerde fenomenlerden ibaret gibi.

Oysaki metafizik ve fizik, birbirini yansıtan iki aynadır.

İnsan, güzeli arzular. Ama aradığı arzusunu bir türlü bulamaz. Sadece izlerine rastlar. O izleri, delilleri takip eder. Hatta izlere âşık olur. Istıraplıdır bu trajedi ve bu yolculuk hali.

Trajedi, kesilen keçinin çıkardığı acı çığlıktır. Bu çığlığın etkisi metafizik alemden ise tepkisi de fiziksel alemdedir. Etki dikey, tepki ise yatay olan bu sonuçlar, 4 gruba ayrılabilir: Negatif etkiye olumlu tepki, hamddır. Pozitif etkiye olumlu tepki, şükürdür. Negatif etkiye olumsuz tepki, nankörlüktür. Pozitif etkiye olumsuz tepki ise küfürdür.

Ama bütün bunlara rağmen hayatta olmak, sahnede olmak güzeldir. Zaten sahnenin sonunda, her şeye rağmen alkış kopmuyor mu? Bu nedenle var olmak güzeldir. Fakat varlığın en alttaki gölgesi olan madde, güzelliğin kendisi değil sadece malzemesidir. Bu sahnedeki sanatın mürekkebi fizik olsa da asıl güzelliğin imzası metafiziktir.

Ne fizik ilericilik ne de metafizik gericiliktir. Medeniyet, çeşitliliktir. Çeşitlilik ise hem fizik hem de metafiziktir.

Malum madde, bir zamanlar başlangıçta, olma ve olmama imkanları toplamı idi. Şimdi ise fizik tek başına adeta otoriter bir krallık gibi muvakkat hükmünü sürdürmektedir.

Metafizik, fizik krallığının zulmünü haykıran sürgündeki bilge sultandır. Bu sultanın, en yakın zamanda çıkarıldığı akademiye tekrar dönmesi ve hak ettiği yerde olması umuduyla…

*Not: Bu eser, değerli bilim insanları Ayhan Ahmet Çitil ve Baha Zafer hocalarımızın, İstanbul Medeniyet Üniversitesi ile Klasik Düşünce Okulu tarafından paylaşılan derslerinden istifade edilerek kaleme alınmıştır. Kendilerine çok teşekkür ediyorum.

Șekilleri indirmek için buraya tıklayınız.